01 Ekim 2006

 

TÜRKİYE'DE ÜNİVERSİTELER YOK MU OLUYOR?

Üniversitelere olan İlginin Azalması ve Ek Kontenjan Sorunu
Prof. Dr. İbrahim ORTAS, iortas@cu.edu.tr

ÖSYM sonuçlarına göre 2006 yılında Üniversitelerin 40 bin kontenjan açığı olduğu belirtildi. Üniversiteye kayıt yaptırmaya hak kazanan öğrencilerin kayıtlarını geçen hafta tamamlamaları sonrası bazı öğrencilerin de kazandıkları halde kayıt yaptırmadıkları anlaşılıyor. Sonuç itibarı ile üniversitelerin açık kontenjanı için ek kontenjan başvuruları başladı ve muhtemelen yine bazı alanlarda eksik kontenjan olacaktır.

Boş kalan kontenjanlar yaşamın boşluklarının bir göstergesi. Eskiden umut olan okuma, bugün ümitsizliğe dönüşmüşse, fakiri kim tutacak? Bu toplumu kim tutacak, tekrar kafalarını ellerinin aralarına koyup iyice düşünmeleri gerekiyor. Ucuz emek arayışındaki tüccar ve sanayicimizin iyice düşünmesi gerekiyor. Yarın çok geç kalınmış olabilir. Gerçi yaşam kendi alternatiflerini de üretecektir. Ancak maliyetini de iyi hesaplamak gerekiyor.

Üniversite Eğitimin Amacı Bilim Yapmak Olmalı, İşe Girmek Değil

Bu sorunun yeni sınav sistemi veya ÖSYM'nin yanlış yönlendirmesinden kaynaklandığı da iddia edilebilirse de, bana göre sorun daha derin ve geleceğimiz açısından çok önemli. Sorunun temeli toplumun üniversiteyi artık bir iş kapısı olarak görmemesinden kaynaklanıyor. İş bulma şansı olan belirli mesleklere olan ilgi hızla arttı, bazı mesleklerde ise iş şansı yok. Bir başka ifade ile üniversitenin ulvi ifadesi olan, bilim ve felsefe ortamı içinde kişinin kendisini gerçekleştirmesi, hayata hazırlanması, aynı zamanda belirli konularda uzmanlık kazanması, bugünkü haliyle salt teknik bilgi aktarım aracına dönüştürülürse, sonucunda diploma üzerinden iş sağlama şansı olmayan bölümler tercih edilmez hale geliyor. Sayın Prof. Cahit Arf hocanın tanımı ile "ileri ortaokul" konumunu bile arar durumdayız, giderek herhangi bir meslek lisesine dönüşüyoruz.

Sorunun Kaynağı İşsizliktir
Çok ciddi işsizliğin ve gizli işsizliğin hakim olduğu ülkemizde toplumun üniversiteyi bir iş bulma kapısı olarak görmesi çok da yadırganmamalı. Başka yapacak bir şeyi olmayan, çaresiz insanların biricik enerjilerini buraya yönlendirmelerinden başka çaresi bulunmuyor.
Ama sorun üniversite anlayışı ve üniversitenin entelektüel boyutunu kaybetmesi ile sınırlı da değil. Ana nedenler içinde artık endüstri ve hizmet sektörünün yüksek ücretli kalifiye uzman yerine düşük ücretli istihdama yönelmesi, yani emek sömürüsü de yatıyor. Almanya ve Fransa gibi ülkelerde en yüksek işsizlik okumuş yazmış kesim arasında gözlemleniyor.

Liberalizmin, herkesin okuyup performansına göre uygun iş ve gelire kavuşacağı tezi çöküyor. Büyük bir buhranla karşı karşıyayız.

Ülkenin Gen Kaynakları Beyin Göçüne Uğratılmaktadır

Her yıl iki milyona yakın insanın ÖSS sınavına girmek için yıllarca dershanelere giderek yılda 10 milyon dolar değerinde harcama yaparak yarıştığı bir sistemin sonunda eğer 15-20 bin kişinin iş bulacağı umudu ile bir okul tercih ediyorsa orada bir yanlış var demektir. İşe girebilme olanağı olan meslek alanları daha çok Ankara ve İstanbul'daki bir iki üniversite. Bu öğrencilerimizin önemli bir kısmı da buradan beyin göçüne uğratılarak başta ABD olmak üzere batıya bir daha dönmemek üzere gidiyor. Yeni bir paradigma yaratacak dinamik, sözü olan, itiraz edebilecek insanlar maalesef ülkemizde kalmıyor. İçeride ise daha az itiraz eden, daha az ile yetinen, otorite ile barışık yaşamayı tercih edenler kalıyor. Bu kişilerin iyi niyeti bir tarafa, yeni dönüşüm yapma şansları yurtdışına gidenlere göre daha düşük. Söz söyleyecek kişiler olmayınca meydan deyim yerindeyse davulcuya, zurnacıya ve jurnalciye kalıyor. Sonuçta bugün içinden çıkamadığımız ve şikayet ettiğimiz yönetim modelleri çıkıyor.

Eğitim Hakkı Kutsaldır ve Parasız Olmalıdır
Maalesef daha önce de belirttiğim gibi ülkemizin ezbere test sistemine dayalı sınav sistemi iflas etmiştir. Öğrencilerin belirli meslekleri tercih etmemeleri bunun açık bir göstergesidir. Bu durum öğrencilerden kaynaklanmıyor; sistemin işleyiş tarzı, üniversitelerin okul gibi gösterilmesi, bilimin toplum tarafından anlaşılmaması, üniversitelerin doğru yönetilememesi, üniversitelerin öğrencilerine üniversitelilik bilincini kazandıracak ortamları yaratamamaları gibi pek çok nedenle ilişkilidir. Üstüne üstlük bir de eğitim paralı hale getirildi. Para verip dört yıl okuduktan sonra kişi işsiz olacaksa NEDEN ÜNİVERSİTEYE kayıt yapsın. Yunus Emre'nin belirttiği gibi bu "okuma neye".

Maalesef üniversitelerin YÖK ile birlikte verdikleri eğitim kişiyi hayata hazırlayan, farkına varılabilirlik bilinci ve sorgulama metodolojisi oluşturmuyor. Yaşamı boyunca sınavdan sınava koşmuş, dört veya beş yılda hiçbir değeri değişmeden mezun olmuş bir kişinin 22-25 yaş arasında işsiz kalması kadar ağır bir travma olamaz. Aklı başında, konuşmasını bilen bir kaç öğrenciye de bunlar "disiplin cezası almıştır" diye belge veriyoruz.

Üniversiteyi Okuyacak Kapasitedeki Öğrencilerin Alınması için Standardın Korunması Zorunlu

Diğer taraftan iyi öğrencilerin tercih etmediği ve giderek daha düşük puan alan öğrencilerin tercih ettiği birimlerin gelecekleri de tehlikeye girmiş durumdadır. Lise eğitimin yetersizliği nedeniyle üniversitede okuma niteliği kazandırılmamış öğrencinin üniversiteye alınması başta eğitim kalitesini düşürmüş durumdadır. Bu mezunlardan bazılarının zorunluluktan dolayı araştırmacı olarak alınması ve geleceğin bilim adamı kadrolarına taşınması söz konusu birimlerde gelecekte dönüşüm sağlayacak eleman bulunmasında zorluk çekilecektir. Bu çok ciddi bir tehlike oluşturmaktadır. Kimseyi suçlamıyorum ancak durum çok parlak görülmüyor.
Nihayete üniversiteler açısından sorun salt kontenjanların doldurulması değil, tam tersine kalite ile de ilgilidir. Mutlaka eğitim sistemi ezbercilikten kurtarılmalı ve üniversiteye gelecek öğrenci üniversitede verilen üniversal dersleri anlayacak kapasitede olmalıdır. Olay öğrencilerin zekası ile ilgili değil. Gençler yalnızca test çözmeye ve ezbere bilgiye bakıyorlar. Konuları tartışamıyor, analiz edemiyor, soyut ve analitik düşünemiyor. Maalesef ve maalesef bizlerde öğrencilerimiz lise tekniği ile öğreterek mezun ediyoruz. Üniversiteler eğitim programlarında yeni değişiklik yaratarak öğrencilerini her yönü ile kendilerini geliştirecek bir yapılanmaya girmeleri gerekir. Aksi taktirde bu eğitim sistemi ile öğrenci üniversitede kendi kendisini eğitememektedir. Bu mezunlar ile muasır medeniyetler seviyesini zor yakalarız.

Şahsen belirli bir düzeyin altındaki öğrenciyi de salt kontenjan dolsun diye üniversitelere alınmasına taraftar değilim. Yüksek matematikten anlamayan bir insanı mühendislik derslerini anlamsı kolay olmayacaktır. Bu kişiden istenilen düzeyde bir mühendis çıkmayacaktır. Çıkarsa da yarım mühendis çıkar. Bunun sonucunu da siz düşünün.

Yeni bir paradigma yaratmak gerekir

Düşük puanlı öğrencilerden oluşacak bilim adamı kadrosu da ileride sorun oluşturacaktır. Dolayısıyla öğrencilerin tercih etmediği veya düşük puanlı öğrencilerin gireceği birimler, iş bulma şansı olmayan birimler ileride kapanma ile karşı karşıya kalabilir. Geçmişte ABD ve İngiltere'de bunların örnekleri sıkça yaşanmıştır. Yarın birimlerimiz kapatılır veya kurumlar özelleşirse, çoğumuz iş aramak zorunda kalabiliriz. Onun için bilim adamları olarak bu sorunu çözmek biraz da bizim elimizde. Yani üniversitelerin eğitimin niteliğini artırmaları ve mezunlarını donanımlı eğitmeleri gerekir.

Yeni bir paradigma yaratmak gerekir. Öncelikle sorunu insanın beyninde aramak gerekir. Paradigması olmayan toplumlar doğanın yasalarına uygun şekilde silinip gitmek zorundadırlar. Dün nasıl yoktan var olduysak yeniden var olabiliriz. Kendimize güvenelim.



<< Home

This page is powered by Blogger. Isn't yours?