08 Ekim 2006

 

BEDAVASI EN BOL MESLEK


VistilefHaber'in Notu: Erkan Yüksel'in bu güzel yazısının başlığı aslında PARASIZ ÇALIŞANI EN BOL MESLEK olmalıydı. Bu müdahalemizi umarız hoş görür, Hocamız.


“Ne olacak bu iletişim fakültelerinin hali?”. Son zamanlarda sık duyduğum sorulardan birisi bu. Uzun açıklamaların ardından soruya verilen yanıtın gelip dayandığı nokta ise “ne olacak bu memleketin hali” sorusuyla aynı. Yine de kimi yönleriyle medya çalışanlarının diğer meslek çalışanlarından farklı kimi yönlerini vurgulamak mümkün. Bunların en dikkat çekeni ise medya çalışanı olmanın “bedavası en bol mesleğin sahibi olmak” anlamına gelmesi…

ÇALIŞANLARIN DURUMU
Medya çalışanı olmak, bedavası en bol mesleğin sahibi olmak, çünkü bu meslekte “kaymak tabakası” hariç, diğer çalışanların aldığı ücretlerin önemli bir bölümü gazete ya da televizyon haberlerinde de duyduğumuz “açlık sınırı” seviyesinde ya da altında gezinir. Hatta mesleğin “hamaliyesini” yani kablo taşıma, getir-götür ya da en basit görülen diğer işlerini yapan “stajyer” ya da “adayların” birçoğu bu işi “gönüllü” yapan, çoğu zaman ücretsiz ya da asgari ücretle çalışan ve belki sosyal güvencesi de olmayan kişilerdir.
Bir iletişim fakültesi öğrencisi mezun olduğunda; çok “şanslı” olanları söylemiyorum, ama büyük bir çoğunluğu, bir gazete ya da televizyon kanalına gittiğinde, biraz şansı varsa, “stajyer” olarak işe başlayabilir.
Ben de dâhil, birçok arkadaşım ve de öğrencim, öğrencilik yıllarında ya da mezuniyet sonrasında “stajyer” adı altında, ücret almadan ya da çok düşük ücretler karşılığında, geleceği belli olmayan bir şekilde çalıştık. Günümüzde de iletişim fakültelerinden dereceyle mezun olmuş, İstanbul’da girmedik iş kalmamış, ancak hala sigortasız çalışan ya da iş arayan tanıdıklarım var. Birçok iletişim fakültesi mezunu ise alanları ile ilgili işlerde çalışmak yerine bambaşka işlere yönelmiş durumda.
SEKTÖRÜN KENDİNE ÖZGÜ YAPISI
Peki, bu neden böyle oluyor? Bu sorununun yanıtını diğer birçok unsurun yanında, biraz da medya sektörünün kendine özgü yapısından söz ederek açıklamak gerekiyor.
Medya sektörü, iletişim fakülteleri ile birlikte birçok alandan gelen çalışanı kabul eden bir yapıda. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi mezunları, Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunları, yabancı dil bölümlerinden mezun olanlar, Güzel Sanatlar Fakültesi, Devlet Konservatuarları vs. daha bir çok alandan “yetenekli” ve “istekli” kişiler medyada görev alabilmekte, üst kademelere çıkabilme şansını yakalayabilmektedir.
Hatta örneğin, iktisat bölümü mezunu birinin, iletişim fakültesi mezunundan daha iyi ekonomi muhabiri olabileceği ya da uluslar arası ilişkiler mezunu birinin iletişim fakültesi mezunundan daha iyi dış haberler konusunda haberler yazabileceği de savunulmakta, bunun örneklerine rastlanmaktadır.
Bunlar dışında üniversitede öğrenim almadan da bu meslekte çalışabilmek de mümkündür. Pek çok lise mezunu özellikle yerel yayınlarda iş bulabilmekte ve mesleğe iletişim fakültesi mezunlarından önce başlayabilmektedir.
Yalan ya da yanlış, işin kalitesi pek de önemli olmadan, daha düşük maaşlarla medyada çalışmak için can atan pek çok kişiden söz edilebilir.
Durum böyle olunca da medya çalışma yaşamında, “biri gelir, diğeri gider” bir sistem dönüp durur. O için medya şirketlerinde çalışanlar büyük ölçüde gençlerdir ve onun için geniş ölçüde “amatör” muamelesi görür medya çalışanları.
Öte yandan bir de “emekli” azınlıktan söz etmek gereklidir. Kamu kurumlarından emekli olanlar, özellikle bürokratlar, akademisyenler ve öğretmenler ve bunlar dışında özel sektörde yöneticilik görevlerinde bulunmuş olanlar birer köşe yazarı, hatta program sunucusu olarak medyada görev alabilir.
İşgücü arzı bu kadar yüksek olunca ve bedavaya çalışmak isteyenlerle profesyonel olarak bu işi yürütmek isteyenler arasında bir ayrım gözetilmeyince ve de işin kalitesi ön plana çıkmayınca, medya çalışma yaşamı, bedavası en bol “meslek” haline gelir.
KORSAN YAYINLAR
Gazete, dergi, radyo, televizyon ve sinema sektörleri için geçerli olan bu bedavacılık, şimdilerde internet alanında da kendisini göstermektedir.
Daha önce başka yayın organlarında çıkmış olan haber, köşe yazısı, fotoğraf ya da bilgilerin kopyalanıp, yapıştırılmak suretiyle internet sitelerinde yayımlanması büyük bir bedavacılıktır. Hatta bunlarda ne kaynak belirtilmekte ne de telif hakkından söz edilmektedir.
Aslında bu hırsızlığın özünü oluşturan haber çalma işi çok eskilere dayanmaktadır. Eskiden makasla gazetelerden haberler kesilirken, şimdi bilgisayardan bilgiler indirilmektedir. Hala da devam eden haber ajanslarından alınan haberlerin mahreçsiz kullanılması yine benzer bir uygulamadır.
Telif hakları konusunda ülkemizin gelişmiş ülkelerle kıyaslanmaması gerektiği zaten söylenebilir. Sanat ve fikri eserler konusundaki “korsan” ya da “hırsızlık” olayları artık neredeyse “kanıksanmış” durumdadır. Şarkıcısından kitap yazarına pek çok eser sahibi bu konudan şikâyetçidir.
O nedenle bu ülkede kaset çıkaran da, kitap yazan da, medyada çalışan da bu işleri; “her nedense”, gönüllülük esasına göre yapar. Çünkü büyük paralar kazanmak için bu işler yapılmaz.
ÖZVERİ İŞİ…
Aynen öğretmenlik gibidir medyada çalışmak. Özveri ister, kendini bu mesleğe adamayı ister, ömrünü bu mesleğe vermeyi ister.
Ancak benzer noktaları olsa da hiçbir mesleğin çalışma şartları, ücreti ve sosyal güvenlik koşulları ile kıyaslanamaz medya çalışanlarının durumu.
Örneğin bir doktor bedava dert dinlemez, bedava hasta bakmaz belki ama gazeteci tek kuruş almaz haber yapmak için.
Bir avukat bedava akıl vermez, dosya açmadan konuşmaz belki ama bir gazeteci bedava sunar tüm bildiklerini.
Habercilik aynı zamanda zamana karşı verilen bir savaştır. Örneğin bir haberi ortaya çıkarmak ve onu gazetede ya da televizyonda yayımlamak dışarıdan bakıldığı kadar kolay bir iş değildir. “Haber yetişecek” diye sınırlı sürede görüntü ya da fotoğraf bulmak, onu sayfaya yerleştirmek, kurgusunu yapmak, haber metnini düzeltmek kolay işler değildir. Açıkçası tüm hazırlıklar neredeyse, sınırlı süre içinde “deveye hendek atlatmak” ya da “samanlıkta iğne aramakla” eş değerdir.
O nedenle bir haberci çoğu zaman günlük normal çalışma süresinin çok fazlasını işine vermek zorundadır. Gecesini gündüzüne katmak mecburiyetindedir. Gerekirse eve gitmek yerine toplantıya gitmelidir. Gerekirse hafta sonunda gazetede olmalıdır. Bayram tatili, resmi tatil tanımı olmayan bir meslektir habercilik. Televizyon ve radyo programcılığı için de bu iş böyledir. Medyanın diğer çalışma alanları için de böyle.
Dolayısıyla medyada çalışmak oldukça stresli bir iştir. Fazla tatil yapmadan çalışmayı gerektirir. Yine de bu çalışmanın sonunda sizi bekleyen tehlikeler vardır.
Örneğin bir haber için ne kadar çaba harcanırsa harcansın, bir gazete sayfasını yapmak için ne kadar zaman harcanırsa harcansın, bir fotoğrafı çekmek için ne kadar beklenirse beklensin işin sonunda yapılacak en küçük hata ya da yanlış konulmuş bir tek nokta, gözden kaçan küçük bir ayrıntı, “hoşgörü” ile karşılanmaz. Çoğu zaman “iyi” olduğunu düşündüğünüz ve bunun için yoğun emek verdiğiniz işler için takdir de alamazsınız. Bugünün işi ya da başarısı yarın unutulur. Koşturmaca içinde siz de unutursunuz.
Öte yandan yalnızca doğruları ve gerçekleri yazmak da sizi kurtarmaz. Bu kez de bunların yazılmasından hoşnutsuz olanlar peşinize düşer. Tehdit edilirsiniz, takip edilirsiniz, dayak yersiniz, kovdurulur, sürdürülür, perişan edilirsiniz, hapse atılır, sevdiklerinizden olursunuz ve belki tatlı canınızı da alırlar, unutulursunuz.
SENDİKASIZLIK…
Kimi zaman “müdür”, “sorumlu”, “yönetici” ya da “yardımcı” gibi “şatafatlı” unvanlar alabilirsiniz. Ancak çoğu zaman aynı görkem, maaşlara yansımaz. Kâğıt üzerindeki maaşlar, belki devlet dairesi gibi günü gününe ödenmez. Bazen aylarca maaş almadan çalışır medya çalışanları. Belki daha sonra işten atılır ya da ayrılmak zorunda kalır. Kimisi bir “dava” uğruna bu sıkıntılara katlanır, kimisi bir yere kadar dayanır. En sonunda ister gönüllü olsun, ister gönülsüz, bir yönüyle emeğin sömürüsüdür ortadaki manzara.
Onun için de sendikasız bir çalışma hayatı sunar medya. Kamu yararı adına örgütlü toplumu savunan medya çalışanları, iş kendi örgütlenmelerine gelince aynı duyarlılığı gösteremez. Bir fabrikada işten çıkarılanların haklarını savunur ama işten atılan arkadaşının haklarını aynı duyarlılıkla dile getiremez. Sendikalarla çok yakın temas halindedir, onların dertlerini dinler ama kendi derdini anlatamaz. Bir anlamda, kamunun hakkını savunur ama kendi hakkını savunamaz.
Bedavası en bol meslektir medyada çalışmak. Belki sahnede gülmek ve içi ağlamaktır bu işin özü. Lakin güzel yanları da olmalı ki insanı mutlu eden, “bedava” da olsa çalışmak, yaşamlar feda edilir bu uğurda...

Doç. Dr. Erkan Yüksel eyuksel@anadolu.edu.tr
Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi



<< Home

This page is powered by Blogger. Isn't yours?