15 Nisan 2006

 

SARTRE ÖLDÜ... NOBEL'İ REDDETMİŞTİ...


Jean Paul Sartre 15 Nisan 1980 günü öldü. 1964 yılı Nobel Edebiyat Ödülü tarihte ilk kez tek yapıta veriliyordu: Sartre’nın Sözcükler’ine:

Nobel’in resmi Internet sitesinde böyle anlatılıyor Sartre: "The Nobel Prize in Literature 1964 "for his work which, rich in ideas and filled with the spirit of freedom and the quest for truth, has exerted a far-reaching influence on our age" to Jean Paul Sartre. Declined the prize."


Sartre Ödülü reddetti: "Bu ödül yapıtlarımın bütünlüğünü bozacak ve beni bir kurum yapacak.” Reddettiği ödül 53.000 dolardı. (Bugünün parası ile 200.000 dolar.) http://www.nytimes.com/packages/html/books/nobel-Sartre.pdf

Ek bilgiler:
http://nobelprize.org/literature/laureates/1964/press.html
http://nobelprize.org/literature/laureates/1964
http://www.geocities.com/sartresite/
http://www.kirjasto.sci.fi/sartre.htm

Arif Dirlik’in GLOBAL MODERNİTE ve SOSYALİZM: Üçüncü Dünya Hayaleti, Globalizasyon ve Çin Halk Cumhuriyeti kitabına (Derleyen: Veysel Batmaz; yakında yayınlanacak) Veysel Batmaz’ın yazdığı, “Arif Dirlik’i Okumak: Global Ekonomi Politik, Radikal Geçmişler ve Türkiye” adlı Giriş yazısında Sartre şöyle anlatılıyor:

“Her şey Jean Paul Sartre ile başladı.
Marksizm içinde, anti-Stalinist başkaldırmayı somutlayan en önemli kopuş noktası, belki de en temel epistemolojik kopuş, Sartre’ın Dialektik Aklın Eleştirisi adını verdiği, ikinci cildinin yayınlanması hep ertelenen, belki de yayınlanması Sartre tarafından beyhude bulunup vazgeçilmeye çalışılan ama becerilemeyen projesi ile başladı. Her nefesinde ve Sartre’ın cenazesine isteksizce katıldığı son görevinde dahi, konuşma ve eylemleri ile iflâh olmaz bir Sartre karşıtı olan Foucault’nun “despotik aydınlanma olarak akıl” diye hücum ettiği tüm modernite suçlamalarının kökeni, belki de Sartre’ın kendisinin de istediği ama bir türlü tam da istediği gibi gerçekleştiremediği, “aklın” ama “dialektik olanının” eleştirisinin tam göbeğinde yer aldı. Sartre, Marksizmi ve açıklamaya çalıştığı insanlık serüvenini, Batı’da yaşayan tekil özne’nin (bireyin) tarihi ile özdeşleştiriyordu. Buna popüler literatürde “varoluşçuluk”-existantialism dendi. Levi-Strauss’un , Sartre’ı, etnosantrik ve Avrupamerkezci olarak suçlayarak, sadece Sartre’ın Marksizm yorumuna değil, tüm Marksizme, “Batı’nın bir ürünü olduğu için” karşı çıkması da, dialektiğin bir mucizesi olarak, son elli yıllık modernite ve postmodernite çelişmesinin odak noktasını belirledi. Şimdilerde Türkiye’de tüm bunlar unutulmuş durumda. Türkiye’de ne zaman bilindi ki diyenleriniz de, Dünyada da unutuldu diyenleriniz de haklı; ancak, şunu bilmek gerekli ki, modernite/post-modernite tartışmalarını içeren tüm yapıtlarda, mutlaka ya Levi-Strauss’dan bir alıntı, ya da Sartre’dan bir bahis vardır. Ya da adları anılmasa da, bu iki düşünürün konumlarını ve yarattıkları paradigmaları gizli ve mahçup tartışan ikinci el bazı alıntılar.

Levi-Strauss, Sartre’la alay ediyordu:
“Sartre, Marx ve Freud’un müşterek dersinin ancak yarısını hatırlamış görünüyor. Onlar [Marx ve Freud] bize, insanın ancak kendini anlamlı görmesi şartıyla anlam sahibi olacağını öğrettiler. Buraya kadar Sartre’la hemfikirim. Fakat şu ilave edilmelidir ki, bu anlam hiçbir zaman doğru olan değildir: üstyapılar, toplumsal açıdan başarılı olmuş kusurlu eylemlerdir. Dolayısıyla en doğru anlam için tarihsel bilince başvurmak beyhudedir.”

Çünkü, Sartre şöyle demekteydi:
“Kendi kültürünün bilinçli aklîleştirilmesi insanlığın nihaî anlamıdır.” Sartre’a göre bunu da yapan, becerebilmiş olan ve başaran Avrupalı-Batılı insandır. Tam bir Hegelci olarak Marksizmi yorumlayan Sartre, onu modernitenin bir son durağı olarak konumlamıştı: “İçinde, insan gruplarının, hayatlarını ilkel teknikler ve araçlarla üreterek ve bir diğeri hakkında kesinlikle hiçbir şey bilmeyerek, ot gibi yaşayacakları ve bir tekerrür dairesinin dışında asla çıkmayacakları, Tarihi olmayan bir ülke fikrinde hiç bir mantıkî (diyalektik) saçmalık yoktur.” Bundan sonrası ise Sartre’a göre, yani, “Tarihi olan,” Batı idi. Oysa, Levi-Strauss için Tarihi olmayan toplum yoktu. Toplumlar arasında geleneksel/modern ayırımı da, evrensel bir kategori olmaktan çok modernitenin bir uydurmasıydı.
Adına ister modernite/post-modernite karşıtlığı diyelim; ya da kapitalizimin ideolojisini araştırmak için “despotik-Jakoben Aydınlanma” ile “liberal Batı” olarak tarihsel bir çatışma konumlayalım; tüm bu tartışmaların günümüzdeki odak noktası “globalite” kavramında kristalleşmektedir.”

“(....) Jean Paul Sartre, 15 Nisan 1980’de öldüğünde öğrencisi ve öğretmeni olduğu Yüksek Öğretmen Okulu-ENS’den (Ecole Normale Superieure), Montparnasse mezarlığına kadar cenazesinin ardından 300.000 kişi yürüdü. (Bkz: Macey, Ibid, s: 141.) 1871 Paris Komünü’nden sonra, Paris’te ilk kez bu kadar büyük bir kalabalık bir araya gelmişti. Rivayet edilir ki, 1960’larda, solcu Sartre’ın yasak Maoist dergileri Paris sokaklarında satarken polis tarafından tutuklandığını sağcı-muhafazakâr Cumhurbaşkanı De Gaulle’e haber veren Paris emniyet müdürüne De Guaulle kızgınlıkla bağırmış ve “Mösyö Sartre Fransa demektir, onu derhal serbest bırakın” emrini vermişti. O, Jean Paul Sartre ki, sömürgeciliğe karşı bir manifesto olan Frantz Fanon’un Dünyanın Lanetlileri için yazdığı önsözde, şöyle diyordu: “[Fannon] sorumsuz şiddetin sebeplerini mükemmel bir şekilde bize gösteriyor. Bu böyle saçma bir fırtına değil, ne vahşi içgüdülerin ortaya dökülüşü, ne de sürüp giden bir kan davası: bu parçalanmış insanın bütünleşmesi. Bu gerçeği bir zamanlar biz de öğrenmiştik, sonra unuttuk. Şiddetin izlerini hiçbir duygu silemeyecektir: onu ancak gene şiddet yıkabilir. Sömürülen, sömürge nevrozundan, sömürgeci ağayı silahla kovduğunda kurtulacaktır. Kin ve hiddeti patlayınca çoktan kaybolmuş saydamlığına kavuşuyor. Kendini yarattıkça tanımını gerçekleştiriyor; uzaktan onun savaşını barbarlığın zaferi olarak görüyoruz, ama savaş dövüşenin kurtuluşunu hazırlıyor. İçinde ve dışında çöreklenen sömürge umacısını atıyor. Savaş bir kere başlamaya görsün, devamı amansız oluyor. Ya korkak olmalı ya da korkutmalı: Başka bir deyimle ya uydurma bir hayatın çözülüşüne kendini bırakmalı, ya da yaratılışımızın bütünlüğünü koparıp almalı. Köylüler silaha ellerini sürer sürmez: eski püskü efsaneler kafalarında donuklaşıyor; yasaklar bir bir devriliyor; silah dövüşenin insanlığı oluyor. İsyanın ilk anında öldürmek gerek: Bir Avrupalıyı öldürmek, bir taşla iki kuş vurmak demektir: ortadan hem ezik kişi hem de ezici kalkıyor: bir ölü ve bir hür adam ortaya çıkıyor.” (Jean Paul Sartre, “Önsöz,” Franz Fanon, Dünyanın Lanetlileri içinde, İzlem Yayınları, 1965, ss. 24-25).” (Bu yılki Nobel para ödülü her kategori için 10 milyon İsveç Kronu, yani, 1 milyon Euro ya da 1.2 milyon Amerikan doları olarak dağıtılacak.



<< Home

This page is powered by Blogger. Isn't yours?