14 Ekim 2005

 

NUR SERTER'E POLEMİK

NUR SERTER'İN YAZISI HAKKINDA

Derya Tulga

Şu sıralar Azeri kardeşlerimizin tabiriyle hiç tadım yok. Atilla İlhan'ın ölümü bana çok fena koydu. Dolu dolu yaşamış bir adam 80 yaşını devirmenin eşiğinde herkesin gıpta edeceği bir şekilde bu dünyaya veda etmiş. Burada dertlenecek bir şey yok. Ölüm desen benim için her zaman önümden açılıp da arkamdan kapanacak bir kapı olmuştur, onun dehşeti de vız geliyor yani. Ancak gazetelere baktığımda, sağcısı ve solcusu, genci ve ihtiyarı hemen herkesin aslında onun şiirinin ardından ağladığını fark ettim. İyi de ben Behçet Necatigil ve Cemal Süreya gibi sevdiklerimin ardından böylesine yıkılmışmıydım ki? Ummadığım taş yine baş yardı ve durumumun izahını Tuğçe Baran'ın köşesinde buldum: "Büyük bir adamın ölümü büyük bir sevgiliyi hatırlattı… Yalnızlık ve kimsesizlik batağına bir karış daha gömülmüş gibi hissediyorum… Attila İlhan çekiç gibi çaktı kafama. Çak! Onun ölümü bunu, bunun ölümü onu hatırlata hatırlata ama o çılgın gibi özlediklerimize, mecbur olduklarımıza gitmeye gitmeye –aman ha! Prensiplerden, gururdan taviz vermek YOK!- sonunda bakmışız bataklığın dibindeyiz."

Batağın dibinden, dipten gelen dalgaya nasıl transfer olunur, bugün grupta patlayan tartışma da bana bunu öğretti. Nasıl olsa Hrant Dink üstadın saptamasıyla empati yoksunu, vicdansız, insanlıktan mahrum olanlar kategorisine giriyoruz. "Naziler de iyi birer aile babasıydı!" "Hitler de Wagner'i huşu içinde dinlerdi!" gibi mukayeselere henüz tabi olmadık ama onların da eli kulağındadır.

Nur Serter'in benim milli bayramlarda okunmak üzere yazdığım ortaokul kompozisyonlarını hatırlatan şikayetnamesini okurken bu düşünceler karmakarışık kafamda resmi geçit yaptılar. Rahmetli edebiyat hocamız Zeki Ömer Defne son derece duygusal bir insandı. Dersi kaynatmak istediğimizde ya ben dokunaklı bir kompozisyon hazırlar ve okurdum, ya da başka bir arkadaşımız bu işi şiir yoluyla yapardı. Rahmetlinin neredeyse 2 santimetre kalınlığındaki gözlük camlarının nasıl buğulandığını hiç unutamam. Biraz vatan, biraz millet, biraz da açlık ve sefalet yeterdi. Sonunda adamcağızın ders verecek hali kalmadığından sınıfı serbest bırakırdı. Yazılıları erteletmek istediğimizde şair arkadaşın "Hocam, kötü not alıp da sizi üzmek istemiyoruz!" demesine "Güzel bir hüsn-i talil yavrum!" diyecek kadar da mizah yönü gelişmişti.

Hayatta ne olduysak bu hocalarımızın sayesinde olduk, elimizde olsa Allah'ın bize olan rahmetini de onlarla paylaşırdık. Nur Serter Hanım da bir hoca, hem de en yüksek mertebeden. Uğraşmakla ünlendiği konuların dışında kalsa da "Sosyal Siyaset" uzmanı. Kendisini şahsen tanımam, televizyonda da izlemedim. Ama "keşke benim de böyle bir hocam olsaydı!" diyeceğim bir kimse değil.

Üniversite hocası birilerini gaza getirmek için yazı yazmaz ve slogan da atmaz. Allah şahittir ki bu yolu açan da Nur Serter değil. "Nesiller yüksek tahsil yoluyla nasıl ruh hastası edilir?" diye bir çalışma yapılsa, malzeme bolluğundan geçilmez bu ülkede.

Şimdi de Prof.Hanım'ın yazdıklarını mercek altına alalım biraz. İstanbul Üniversitesi bir WEB sayfası açmış, kendisi buranın işlevinden çok kapsamını sadece kendisinin bildiği bir misyonu vurguluyor. Bir bilim kadını "dünyanın hiçbir ülkesinde görülmemiş biçimde" şeklinde söz kalıplarından medet umuyorsa, o cephede işler zaten karışıktır. Bunun ikiz kardeşi olan "tarihte hiç bir zaman" tamlaması da var ki, anlambilimde kökeni evrensellik olan bir ocakta genelleme çorbası kaynatmanın bir başka yoludur. Bu genellemeler yapılırken Türkçe'nin de içine edilmesi eşyanın tabiatı icabından. Ortada "bölünmez bütünlük" diye bir şey varsa, buna karşı bir tehdit nasıl oluşur? Bölünmez bütünlük bir sayının bire bölünmesi durumu değil midir? Abdullah Öcalan yakalandığında, öncesi ve sonrasıyla Türkiye nice küstahlıklara muhatap oldu ve bunu da bayan Serter'i kollayan iktidar sahipleri kemali afiyetle sineye çektiler. Diyarbakır Belediye Başkanını sırf Avrupa'ya davet edildi diye muaheze etmek, akıllara ziyan bir davranış. Bu ziyaretin ülkemize ve devlete verdiği somut zararı bayan Profesör bir çerçeveye oturtabiliyor mu? Ne gerek var ki, maksat sadece bağcıyı marizlemek olduktan sonra? Bu zatı oralara davet edenler ise BOP'nin sahipleriyle neredeyse kanlı bıçaklı. "insan hakları" ve "demokrasi"nin o bölgenin tek sorunu haline konduğunu iddia ederseniz, ortaya sadece sayı saymasını bilmediğiniz çıkar. İktisat mezunu bir Hocahanım'a hiç de yakışmamış yani. "kendi ülkelerinde gerçekleştirmeyi asla düşünmeyecekleri özgürlükleri talep etmekten kaçınmamaktadırlar." demek kolay, bunları nitelemek ise herhalde zor oluyor. Bir de utanmadan bölgenin yüzyıllık dertlerini bir çırpıda ortadan kaldıracak ekonomik yardımı yapmaya yanaşmıyorlarmış. Eh Hocam, bu adamların ne mal olduklarını yukarıda söyleyen siz değilmisiniz? Ne ummuştunuz da ne bulmak istiyorsunuz? Ama biz kendisine yardımcı olalım: Türkiye bir gün hasbel kader AB üyesi olacaksa Avrupa Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun dışarıda kalmasını istiyor. Hal böyleyken adam oralara neden boşuna para kaptırsın ki? Kentsel terörü körükleme girişimine medya yoluyla destek vermek biraz sıkar. Adamı o zaman Avrupalı dostları da kurtaramaz. Ülkemizde "Ermeni sözde Soykırımı" iddialarına karşı çıkan sözde aydınlar da var, hem de tümenle, derdimizin asıl kaynağı da bu değil mi? Türklük ticaret metaı mı ki aşağılanma ve karalama kampanyaları sonucu yerlerde sürünecek. Altın çamura düşmekle değerinden sakıt olur mu? Yoksa Profesör Hanım'ın özgüveni aslında şişirilmiş bir kesekağıdından mı ibaret? 6-7 Eylül olaylarının üzerinden 50 yıl geçtikten sonra gündeme gelmesi kadar normal bir şey yoktur. Sanki Ermeni Soykırımı iddialarını ortaya atanların 6-7 Eylülden haberi yok veya hilafet çığlıkları atmakla bu tür yayınlar yapmanın doğrudan bir ilgisi var!

Hocam eski yazı bilmediğinden Hizbül Tahrir diye yazılan şeyin Hizb-üt Tahrir diye okunduğunu bile bilmiyor. Bu da onun İslami konularda kocaman laflar etmesine hiç engel değil. Bu Hizip mensupları her şey olabilirler ama kendilerini gizlemeye hiç de ihtiyaç duymadıkları açık. Bu dünyada dost var düşman var değil mi? Devletin en doruk noktalarından en derin yerlerine kadar birileri susmuşsa, elbet bir bildikleri vardır. "Falanca yerde kitlesel katılma tepkisini ölçeceğiz, provokatörümüzü engellemeyin!" denmiş olamaz mı? Hani sarhoşun biri mahallenin göbeğinde "Ulan Deyyuslar!" diye narayı patlatınca pencerelere üşüşenlerin sayısına bakarak "Amma da çokmuşlar be!" demiş ya, ona benzer bu iş.

Türk olmaktan durduğumuz yerde onur duya duya bu hale geldik zaten. Allah'tan ki bu neredeyse 10 tane birbirinden farklı terimi paçal eden "onur" lafını ben sadece sürç-i lisan sonucu kullanırım. Bir ülkenin yabancılara jurnallenebileceğini kabul etmek demek, o jurnali alacak bir üst mercinin de varlığını kabullenmek demektir. Ben Hoca'nın kasd ettiği o işi yapmıyorum ama "aydın" sıfatını taşımayı da bizim ülkede kendime zül addediyorum. Sanki bu "aydın" olma soyluluk gibi bir şey de, yakışıksız davrananı kapı dışarı etme hakkı doğuyor.

Eyüp Bey'i hanidir rahat bıraktım, pehlivan tabiriyle kemikleri yağ bağlamaya başladı. Ergun Bey ne iyi etmiş de bu yazıyı buraya taşımış. Tasavvufun esasıdır, çirkinin olmadığı yerde güzeli nasıl fark edeceğiz? Nevzat Tandoğan'ın muhatabı muhtelif rivayet edilen sözleri söylediğine ben asla inanmıyorum. Sadece uslup açısından değil, içerik bakımından da çelişkili. Tandoğan karşısındaki üniversite öğrencisine bu sözleri neden etsin ki? Kaldı ki Serdengeçti barut gibi bir adam olan Tandoğan'ın huzurunda belli bir yerlere güvenmese o lafları etmezdi, eğer etmişse tabii! "Türk ırkçılarının" mahkeme önünde Milli Şef İnönü'nün taklidini yapacak kadar "cesur" olduklarını Atsız'ın kardeşi Nejdet Sançar kitabında yazar. "Türkiye'nin gidişatı" ile ilgili şikayette bulunmaya bu ülkenin vatandaşı olan herkesin, hatta ve hatta gerçek dostu olan yabancıların bile hakkı vardır, yeter ki yapılan şikayet yapıcı bir gayeye hizmet etsin. Nur Serter bunu yapamaz diye bir kural yok, bu görevini neden doğru dürüst yerine getirmediği için eleştirilmesi lazımdır aslında. Nur Serter Hanım'ın ve benzerlerinin davranışı gerçek Batılıların laisist, jakoben, hele hele seküler-hümanist bir tavırla Türk'e benzer her şeyden tiksinmesinin endazesi değildir. Aksine bu çevrelerden Türkiye'nin AB'ye yaltaklanmak için gösterdiği performansı ayıplayanlar bile vardır. Kendime gelince gözümü açtığımdan beri Batılı eğitim sistemi içinde yetiştim ama 6 yaşındayken kendi isteğim üzerine babam, o da Robert College mezunudur, bana Kur'an okumayı öğretti. Zarfa değil mazrufa bakmayı biraz öğrenmemiz lazım. Bugünkü Türkiye'nin huzurunun ve iç barışının hem de devlet kontrolündeki bir laiklikten geçtiğine inanırım. Ama bu demek değildir ki devletin bu konuda yaptığı her girişimi otoriteye hayranlığımdan alkışlarım. Gelenin keyfi için geçmişe sövmek laiklik olmadığı için. Türkiye'de ne olduğunu kimseler bilmediği için kusura bakılmaz, ama bu sitede atışanların her biri kendilerindeki jakobenlik dozunun miktarını bilseler kimlik bunalımına uğrarlar. Jakobenlik insanlığı tepeden inme zorla mutlu etme sanatıdır. Bir düşünün bakalım, hangimizin o tarakta gerçekten bezi yok! İnsan olmadan ne Türk ne de müslüman olunabileceğine göre hümanizme neden takılınır bilmem. Kelimenin esas anlamı eserleri orijinal dillerinde okuyup anlamak olduğuna göre bu kimlere neden dert oluyor?

Hanımefendi Mason localarını teşrif etmişse, Masonlar devrim yapmış demektir. Acaba bir feminist olarak bu localara neden kadın alınmadığını niçin sormamış? Kur'an ile İncil arasında yaptığı laiklik mıkayesesini de ben çok merak ediyorum. Ruhbanlık ve kilise bizde değil, onlarda var. Beni müslümanlıktan kimseler afaroz edemez vs. Hanımefendi cehaletini ve yarım imanını sergilemiş diye dilini kesecek halimiz yok 2005 yılında.

1967 yılıydı galiba, orada burada cuntalar kuruluyor. Hizb-üt tahrir yine arzı endam etti ve orada burada beyannameler dağıttı. Bunlardan birini yol ortasında okumaya çalışan bir tanıdığın başının belaya girdiğini hatırlarım. Ama Hoca medyasının eski tüfeklerinden Ruşen Çakır bu grubun eskisine göre çok daha kuvvetli olduğunu söylüyor. Kelime-i Tevhid yazısının ters tutulması tek başına bir şey ifade etmez. Ajanların düşük niteliği de olabilir, müslüman geçinenlerin cehaleti de! Eyüp Bey Ali Kalkancı'yı unutmuş, hani şu Hüseyin Üzmez'in evini tahsis ettiği Malatya'lı hemşehrisini. İğneyi azıcık da olsun kendimize batırmayı öğrenmemiz lazım! Millet 28 Şubat sürecinde düpedüz aç kaldı. Komplo teorisi meraklısı olsam tüm sahnelenenin BOP'inin Ilımlı İslamı'na yol açma manevrası olduğunu iddia ederdim. Eskiden devrimci potansiyelden korkulan yerlerde kazip umutlar yeşertilirdi. Şimdi ise rağbet islamcı potansiyelin olduğu yerde Ilımlı İslam ve Medeniyetler Barışması şampiyonlarını üretmek.

Bu ülkede PKK'dan tehlikeli olmak atla deve değil ki. Sadettin Tantan gibi bir adam Adnan Hoca'yı bile bu mertebeye çıkartmıştı. Sonraları öğrendik ki Adnan Hoca meğerse dünya masonluğunun belini kıracak çalışmalar içindeymiş. Buna karşı ne denebilir ki? Inn'allahu maassabirin!

Cumhuriyet'in kuruluş felsefesinde laiklik elbette vardı. Öyle olduğu içindir ki Cumhuriyet ilan edilirken TBMM'de topu topu 157 mebus vardı. Bu meclisle 23 Nisan 1920 Meclisi arasında dağ taş kadar fark vardır. Atilla İlhan'ın şapka inkilabından laikliğin ilanına kadar her şeyi İnönü'ye yamamasında da birazcık tevatür var. İnönü Latin Alfabesinin alınmasını istedi diye Hüseyin Cahit'e nasıl kızdığını bizzat itiraf eder. Ama Deist olduğu kesin olan Atatürk'ün ölümüne kadar Ramazan aylarında Harbiye ve Yedek Subay okulunda, ki o zamanlar iç içeydiler, sahur ve iftar yemekleri çıkartılmıştır. Müslümanlığa en azından ondan daha yakın olan İnönü devrinde ise bu adetler yavaş yavaş budanmıştır. Buna rağmen ünlü Ticani Şeyhi Kemal Pilavoğlu'nun İnönü'nün tasvibiyle CHP'den aday olduğunu kaç kişi biliyor. Bütün bu manevra ve ayak oyunları sadece bir şeyi kanıtlar. O da siyasi kitlenin şu veya bu şekilde aldatılabilecek bir hedef olarak göründüğünü.

Dipten gelen dalga işinde potansiyel enerjinin boşa harcanması veya kötüye kullanılması dışında bir soru daha var: Bunca enerjiye sahip olan ve yetenekle niteliklerine sınırsız güveni olduğunu anladığımız kişiler diplerde ne arıyorlar? Buyursunlar eylemlerini gün ışığına çıkartsınlar, bizler de kendilerine gücümüz yettiğince yardımcı olalım. Türkiye'de antidemokratik totaliter bir polis devleti filan mı var ki, böylesine gizleniliyor. Hem bakın Prof.Serter bile kolluk güçlerinin pasifliğinden şikayetçi! Aslında başka şeyler de eklemek gerekirdi ama tepenin ardının göründüğü yaşa geldik.

Derya Tulga
("devletim" yahoo groups'tan, Nur Serter'in VistilefHaber'de de yayınlanan yazısı üzerine yapılan bir polemik olarak, alınmıştır.)



<< Home

This page is powered by Blogger. Isn't yours?