10 Ekim 2005

 

ÜNİVERSİTENİN SORUNU:


Personel Politikası Eksikliğinin Üniversitelere Olumsuz Etkisi:
Neden Türkiye Üniversiteleri Dünyadaki İlk 500 Arasına Giremiyor

Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ, Çukurova Üniversitesi,
iortas@mail.cu.edu.tr.

Bilindiği üzere Türkiye’nin üniversite eğitimi ve araştırma tarihi, gelişmiş batı ülkeleri ile kıyaslandığında çok yenidir. Bu inişli çıkışlı süreçte hem üniversitelere ve bilgiye karşı bir sempati olup, hem de bilgiden ve bilimden korkulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu tarihten bu yana 493, 2252, 2476, 2291, 4936, 115, 1750 ve nihayet 2547 sayılı Yüksek öğretim yasaları hazırlanmış, ancak bu yasalar bilim arayışı yerine daha çok “olağanüstü” bir yön verme arayışıyla şekillendirilmiştir. Üniversite özerkliği, maaş yetersizliği, öğretim üyesi eksiklikleri her zaman sorgulanmış, ancak uzun soluklu bilim politikasına dayalı bir çözüm üretilememiştir.
Yasaların hiç biri, ülkenin uzun erimli bilim politikasını ve yol haritasını oluşturacak kadroları yetiştirememiştir. Bugün hükümetin YÖK’e yönelik eleştirilerinin başında gelen “neden ilk 500 sıralamasına giremediniz” veya “neden daha fazla üniversite açılmasını istemiyorsunuz” soruları sorunun kısa vadeli değil, uzun süreli bir politika eksikliğine dayandığını ortaya koymaktadır.
Bugün üniversitelerin ilk 500 sıralamasına girememesinin nedenleri arasında (1). Nitelikli bilim adamı sayısının azlığı, (2). Mali yetersizlik ve 3. Bilimsel bakış açısının yeterince olgunlaşmaması gibi bilim politikalarına bağlı unsurlar sayılabilir. Bu sorun bugün değil dünün sorunu olup, bugünde siyasilerin kısır çekişmeleri ve üniversite dinamiklerini kontrol etme anlayışı yüzünden bir türlü aşılamamaktadır. Umarım AB tarama sürecinin Bilim ve Eğitim ile başlaması ile bu konu sistematik bir yapıya kavuşur (Neo-liberal arayışlar, eğer özel üniversite tartışmalarına kilitlenmese) .

Ülkemizde Araştırıcı Sayısı Yetersiz

Söz konusu ilk 500 sıralamasına giren üniversitelerle bunların bulunduğu ülkelerin araştırmacı sayısına milyon kişi başına bakıldığında bizde araştırması sayısının çok düşük olduğu görülecektir. Toplam araştırmacı sayısı yönünden AB standartlarına göre düşük düzeydeyiz. Görünürde bazı birimlerde öğretim üyesi sayısı yüksek olabilir. Belki dünyanın hiçbir ülkesinde olmadığı kadar profesör var, ancak araştırmacı ve yardımcı personel (Ar-Gör, Uzman, teknik personel, ara eleman, işçi) yönünden çok orantısız bir durum görülüyor.
Türkiye’nin ilk 500 sıralamasına girmemesi konusunda yapılan tartışma esnasında üniversiteler, son üç yıldır kendilerinin olmazsa olmaz fidanlıkları olarak bilinen araştırma görevlisi alamadıklarını belirtiyorlar ki hepimiz ciddi anlamda yardımcı araştırıcıya gereksinim duymaktayız. Hele hele laboratuar ağırlıklı çalışan birimlerde bu gereksinim elzem düzeydedir. ODTÜ rektörü sadece kendi üniversitesinin 500 Ar-Görevlisine ihtiyacı olduğunu belirtiyor. Bugün bütün dünyada bilimsel araştırmaların çoğunlukla Yüksek lisans ve Doktora tezlerinden çıktığını kabul edecek olursak, çok sayıda araştırıcının üniversitelere gelmesi ve bunarlın içinden en iyilerinin seçilerek yukarıya çıkması en temel yöntemdir. Bu konuyu daha önceki kısımda belirttim. Ancak şimdiki tehlike bir taraftan amacı ve niteliği belirlenmeden yeni üniversite açmaya kalkarken, diğer taraftan üniversitelerin fidanlıklarının yok edilmesi büyük bir paradokstur.

Öğretim Üyesi Dağılımı Dengesizliği

Bugün bir çok bilim dalında yeterli öğretim üyesi bulunmaz iken bazı bilim dallarında ihtiyaçtan fazla bir birikimin olduğu görülmektedir. Başta bazı Tıp Fakülteleri olmak üzere bazı alanlarda çok sayıda öğretim üyesi bulunurken araştırma ağırlıklı laboratuvarlarda ve eğitim ve sosyal bilimlerin bazı birimlerinde yeterli araştırıcı kadrosu bulunmamaktadır. Üniversitelerin norm kadro esasına göre personel politikasının belirlenmesi artık kaçınılmaz boyuta gelmiştir. Maalesef bugün üniversitelerde akademik kadrolar artık bilgiden çok adamına göre verilmektedir. Sık sık duyulduğu gibi bazı üniversitelerde kadro rektörlerin iki dudağının arasında kalmıştır. Açıkçası birimlerin ihtiyacı, planlama ve talepler bir kenara itilmiş; kim bana oy verir anlayışı maalesef üniversitelerdeki verimliliği ve kaliteyi düşürdüğü gibi kadro dengesizliği de yaratmıştır. Bugün kadro piramidi tersine dönmüş, profesör sayısı araştırma görevlisi sayısının üzerine çıkmıştır. Bazı birimlerde son yıllarda uygulanan politikalar sonucu neredeyse araştırma görevlisi bulunamaz duruma gelmiştir. Bazı hocalar da hayatlarında hiç araştırma görevlisi şansına sahip olamamıştır. Bu durum üniversiteleri, hızla yaşlı ve üretken olmayan bir duruma sürüklemiştir. Daha önce de belirtmiştim, bilimsel çalışmaların dinamiğini profesörler değil genç araştırıcılar sağlamaktadır. Bu konunun çözümü ülkenin ciddi bir bilim politikası ile sağlanabilir. AB sürecinde umarım başta profesör atanması olmak üzere köklü bir bilim adamı yetiştirme programı ve düzenlemesi sağlanır ve profesör atanması üniversitenin kendisine bırakılmaz. Mevcut yasa ile rektörlere verilen yetki maalesef yanlış kullanılmış olup sonuçları ortadadır.

Üniversite Dinamikleri Yok Ediliyor

Ülkemizdeki toplam 70 bin civarındaki öğretim görevlilerinin kaçının uluslar arası nitelikte bilimsel araştırma yaptığını bilmiyorum. Maalesef ülkemiz üniversiteleri radikal, farklı bakan ve eleştirel insanlara çok tahammül etmediği için nitelikli bilim insanlarını bünyelerinde tutamamıştır. Nihayet 115 sayılı yasa ve 2547 sayılı yasa ile üniversitelerdeki dinamikler (yazar çizer nitelikli bilim adamları) 1402’lik duruma düşmüşlerdir. Ayrıca uygulanan yetersiz maaş ve çalışma koşuları yönünden ülkemiz ciddi bir beyin göçü ile karşı karşıya kalmıştır. Bu kişilerin üniversitelerden uzaklaşması; üniversite geleneklerinin kaybolmasına, bunun yerine daha durağan, statükocu ve uyarlamacı anlayışların yerleşmesine ortam hazırlamıştır.
Bugün de üniversiteleri sürükleyecek ve ufuklar açacak dinamikler her nedense sistemin dışında adeta inaktif durumdadırlar. Bir başak ifade ile çok sayıda iş yapacak insan doğru yerde doğru zamanda değerlendirilememektedir. Yine çok sayıda kişinin de atıl durumda bulunduğunu görmek ve duymak hepimizin canını sıkmaktadır.
Ara Eleman ve Yardımcı Hizmetler Karşılanamıyor

Üniversitelerin bir diğer sorunu da yetişmiş ara eleman sorunudur. Bir taraftan binlerce işsiz üniversite mezunu, bir taraftan da laboratuvarlarda, arazide ve büroda çalışacak hizmetli eleman bulma sorunu söz konusudur. Bir çok laboratuvarlar teknik eleman yetersizliği nedeniyle ya hocalar veya varsa yüksek lisans öğrencileri tarafından yönetilmektedir. Hizmetli sınıfından emeklilerin yerine yenisi ikame ettirilmediği için büro ve laboratuvarlar işleri tarafımızdan yapılmaktadır. Diğer yandan mevcut personel de, doğru yönetilemediği veya üniversitelerin şimdiki miskin atmosferden dolayı çok verimsizdir.

Teknik Personel Sorunu Had Safhada

Son yıllarda tasarruf tedbirleri nedeniyle emekli olan personelin yerine bir tek eleman bile alınmamaktadır. Bugün bir çok laboratuvar teknik personel yetersizliği veya yokluğu nedeniyle kapanma ile yüz yüzedir. Arazi işi olan birimlerde sıradan işin bile hocalar tarafından zorunluluktan yapıldığı bilinmektedir. Veya araştırmalarını kendi olanakları ile dışarıdan ücret ödeyerek yürüttüğünü biliyoruz. Bugün çalışma odamız, laboratuvar ve arazinin temizlenmesi tarafımızdan sağlanmaktadır.
Ara eleman ve teknik personele kadro açılmaz iken üniversite mezunu 10.000 kişinin polisliğe alınması anlaşılır gibi değil. Son yıllara artan suç oranına bağlı olarak artan polis sayısı ve bir o kadar da özel güvenlik gücüne rağmen suçların önlenememesi göstermektedir ki, suçu oluşturan bataklığı kurutmak yerine sivrisinek ile uğraşılmaktadır. Basına yansıdığı kadar ile bugün devletin kolluk kuvveti sayısı kadar özel güvenlikçi bulunmaktadır ancak buna rağmen halen her gün kapkaç ve suç sayısı artmaktadır.
Tabii ki bu ülkenin polise de ihtiyacı bulunmaktadır. Ancak başka bir amaç için eğitilen kişinin polis olmaya yönlendirilmesi doğru değildir. Öncelikli olarak planlı bir toplum olup ülkenin ihtiyacına göre alan belirlenmesinin yapılması gerekir. Suç ve suçlu ile mücadele eğitim ve uzun süreli bir süreçte kazanılacak bir uğraşıdır. Ziraat mühendisi boşta polis yapalım, veteriner boşta polis yapalım derseniz hem mesleğe saygısızlık olur hem de gençlere güvensizlik verilir. Ayrıca bunların üniversitelerdeki eğitimleri için harcanan para boşa gider.
Ünlü bir özdeyişe göre “eğitilmişlerin sayısı arttıkça cezaevlerinin sayısı azalır”. Bu anlayıştan hareket ederek, daha çok eğitime ve bilime önem vermek zorundayız. Buna da başta siyasilerin inanması gerekir. Bu konuda bir karalılık sergilemeleri gerekir. Gönlümden geçen, 10 000 üniversite mezunu kadar kişinin üniversitelerde araştırma labaratuvarlarında yardımcı personel, araştırma görevlisi ve teknik personel olarak istihdam edilmesidir. Üniversite mezunu kişinin kendi alanındaki bir işte görevlendirilmesi işe yatkınlığı nedeniyle çok daha yararlı olacaktır. Bugün yardımcı araştırmacı ve teknik personel yetersizliği nedeniyle atıl vaziyette duran pırıl pırıl gençlerin laboratuvarların çalıştırılması ve araştırmaların sağlıklı yürümesi için mutlaka kalifiye, iyi yetişmiş teknik personelin üniversite labortuvarlarında istihdam edilmesi gerekir (örneğin Çin nerdeyse bir buçuk milyar insanı hiçbir sorun yaşamamdan istihdam ediyor).

Özet olarak yeni eğitim ve öğretim yılının açıldığı bugünlerde sorunlarımız geçmiş yıllara göre azalmamış aksine çok daha artmıştır. Her taraftan sıkıştırılmış olan üniversiteler; gerek kendi eksiklikleri, gerekse devletin ilgisizliği ile iyice çıkmaza girmiş durumdadırlar. Üniversitelerin şiddetli derecede artan araştırma görevlisi ve akademik ve teknik personel yetersizliği, var olanların da hüküm süren genel atmosferin etkisi ile yılgınlaşması ve üretken olamaması ülkemizin geleceğini bir bütün olarak etkilemektedir.
Üniversitelerin artık iyi eğitilmiş, vizyon sahibi, hızlı düşünebilen ve düşünce üretebilen, gösterişten çok iş yapmaya yatkın ve geleceği yakalayacak, duyarlı, çok yönlü düşünebilen insanlar yetiştirmek üzere harekete geçirilmesi gerekir. Geleceği ancak vizyonu ve ufku geniş, ekip çalışmasına değer veren, eleştirel, çalışkan ve yaratıcı bilim insanları ve yöneticileri ile yakalayabiliriz. Ancak bu şekildeki kadrolarla ilk 500 sıralamasına ve AB’ye girebiliriz. Yoksa AB kapılarında, üye kabul edilmek için, daha çok yalvarırız.

Prof. Dr. İbrahim Ortaş

VistilefHaber'in Notu: 2005 yılında, iki Türk üniversitesi, Hacettepe ve İstanbul üniversitelere ilk 500 arasına, son 100de girmişti. Bunun haberini yapmıştık. Bkz: Arşiv




<< Home

This page is powered by Blogger. Isn't yours?