21 Ekim 2005
İNTİHAL GENİŞLİYOR...
ÖMER DİNÇER'İN "İNTİHAL"İ CEPHELEŞİYOR... BİZ DE ÇAĞRIMIZI YAPIYORUZ: ÜNİVERSİTELERİ TÜM İNTİHALCİLERDEN TEMİZLEYELİM (www.vistilefblog.blogspot.com daki "ETİK KURULLAR KURULSUN" ÇAĞRIMIZA SİZ DE KATILIN...)
İSMAİL AKSOY'UN, TAHA KIVANÇ'A www.superpoligon.com daki YORUMU:
İsmail Aksoy - 21 Ekim 2005 16:28 Cuma Hisarönü kokucularının atışmasına döndü bu iş... "-Onun kokusunda alkol var" "- Hayır, onun kokusu alkollü" kokucu dükkanları, cami avlusuna konuşlanmış olduklarından; birbirlerinin ürününün alkollü olduğunu ileri sürmekle, karşılıklı müşteri ayartma peşinde koşarlar... Taha, çocukluk günlerinden gelen bir alışkanlıkla; işi kokucu inatlaşmasına çevirmek niyetinde... Yarın da, sıra; Kemal Alemdaroğlu'nun öyküsüne gelir. Aslında, üniversitelerimizin de; diğer kurumlarımızdan bir farkı yok. Ünvanlar babadan oğula, abiden kardeşe geçmekte... Eski bir akademisyen olan Milli Eğitim Bakanı'mız; üniversiteden ayrılırken, kardeşini yerine vekil bırakmamış mıydı(!)... Ya da, Meclis'in kanatları altına giremeden üniversiteye kapağı atabilmek mümkün mü?... Hem, aralarında lisan bilenler; parmakla gösterilir haa... Taha: Osmanlı'dan beri “ulema, asker, kalemiye” birleşti mi; yönetimlerin suyunun ısındığını biliyor, bilmeye de... Büyüğü Ömer Dinçer'e arka çıkmazsa; çevresinden göreceği tepkiden çekiniyor. Yine de, Taha'nın yerinde olsam; etliye sütlüye fazla karışmazdım şu aralar... Ortalık karışacağa benziyor!...

BU DA FEHMİ KORU’NUN YAZISI (TAHA KIVANÇ MAHLASI İLE)
21 Ekim 2005
Cuma, Yeni Şafak
İntihal ha! Alın size intihal...
Dün gazetelerde üniversitelerimizi yakından ilgilendiren iki haber yer aldı. İlk haber, YÖK'ün Van Üniversitesi rektörünün tutuklanmasını 'politik bir karar' görmesiydi... İkinci haber ise, bir 'bilim suçu' ile ilgiliydi; Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer'in 'Prof.' unvanı 'intihal' yaptığı iddiasıyla YÖK tarafından iptal edilecekmiş...
Sabahın köründe arayan bir dostum, "Eski dosyaları açmanın tam zamanı" dedi bana...
Saplantılı 'intihal' (çalma, apartma) avcılarından değilim... Ancak, iki önemli kişinin başından geçenler vaktiyle soruşturma konusu yapıldığı için merakımı gıdıklamıştı. Dostumun sözünü ettiği 'dosyalar' onlar... 'İntihal' ile suçlanan iki 'ünlü' öğretim üyesinin dosyaları... Aslında bir üçüncü dosya daha var elimin altında, ancak hayli yaşlı bir öğretim üyesiyle ilgili olduğu için kapağını kaldırmak içimden gelmiyor...
Her üç dosya sahibinin ortak bir özelliği var: 'İrtica' konusunda olağanüstü hassaslar; en iyi tanınan yönleri 'irtica düşmanı' oluşları...
İlki, Necla Arat... Adını okuyan bazı okurların "O da kim?" diye yüzlerini buruşturacaklarına eminim. Oysa, Necla Hanım, ya da akademik unvanıyla Prof. Dr. Necla Arat, 1990'ların sonlarına kadar adı gazetelerimizde çok sık geçen bir 'bilim kişisi' idi. Bir ara Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği başkanlığı da yapmıştı. Üstlendiği görevleri bırakıp ortalıktan çekilmesinde payım olduğunu söyleyecek değilim, ancak Türk kamuoyuna 'intihalci' yüzünü tanıtmada katkım olduğuna inanıyorum...
Tadını kaçırıp her yıl tekrarlamadıkça insanın kendi yazısından 'aktarma' yapmasında bir mahzur yok. O sebeple, geçmişte yazdığım bir yazının ilgili bölümünü 'okuma parçası' niyetine buraya aktarabilirim. Cumhuriyet gazetesinde 'Kadın Kuruluşları Birliği' başkanı sıfatıyla Necla Arat'ın "Temiz Türkiye için kadınlar göreve" başlığını taşıyan bir kampanya başlattığını okuyunca tepem atmış, dosyasını açmışım. Tarih 13 Aralık 1996. Bakın ne yazmışım:
"Necla Arat, profesörlük unvanı almak için, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde bir tez hazırlar. Tezi görüşen kurulda oylar kilitlenir; beş üyeden ikisi lehte, ikisi aleyhte, biri de çekimser oy kullanmıştır çünkü... Böyle durumlarda âdet, durumu bir üst kurulun ilgisine sunmaktır; öyle de yapılır. Üst kurul, daha önce konuyu görüşen bilim kurulunun üyelerinden birinin hazırladığı bir rapordan haberdar olunca işin rengi değişir. Üst kurul, dehşetengiz iddialarla dolu raporu ciddiyetle incelemesi için bir komisyon oluşturur...
"Necla Arat o raporu dosyaları arasında bulabilir mi, bilemem, ama hâfızasını tazelemek için en can alıcı cümleyi buraya nakledeyim: 'Görüldüğü üzere, Necla Arat'ın 218 sayfalık tezinin sadece 20 sayfa kadar tutan kısmının orijinal mi olduğu tesbit edilememekle beraber, geri kalan 200 sayfalık kısmı tamamen intihalden ibarettir.'
"Ahlak Felsefesi adını taşıyan tez üç ayrı İngilizce kitaptan tercüme yoluyla derlenerek hazırlanmış, rapora göre. Böyle durumlarda hep yapıldığı gibi, iz şaşırtsın diye, serbestçe yararlandığı o üç kitabın adını bile anmamış Necla Hanım. Ancak, rapor, o kitaplarla tez arasındaki fikir ve ifade beraberliğini satır satır göstermekte. Tabii, bilim jürisi durumundaki üst komisyon bu bulgu üzerine tezi geri çevirdiği gibi, 'intihal suçlusu' Doç. Dr. Necla Arat'ın üniversiteyle ilişkisinin kesilmesini de talep etmiş. Sonuçta, Necla Hanım üniversiteden altı ay uzaklaştırma cezası almış. Meslekdaşları 'Artık dönmez' tahmininde bulundukları halde dönmüş de. Bu durumu bilenlerin ortadan çekilmesini sabırla bekleyip, 1988 yılında, yani epey gecikmeli, YÖK profesörü de olmuş."
Ben, 1990'larda 'Prof.' unvanını kullanarak derneklerde çalışan bu kişinin 'irtica' takıntısını da başından geçen olaya bağlama eğilimindeyim. Hani, üniversiteyle ilişki kesmeyi getiren bir rapordan söz ediyorum ya yukarıdaki alıntıda, o raporu yazan Prof. Nihat Keklik İstanbul Üniversitesi'nde İslâm felsefesi hocasıydı. Prof. Keklik'i görev olarak üzerine aldığı bir konuyu mecburen araştırıp bulgularını raporlaştıran biri olarak görmediği anlaşılıyor Necla Arat'ın; Prof. Keklik'in şahsında temsil edildiğini düşündüğü bir felsefeyle harekete geçtiğini düşünüyor besbelli...
Dikkat edin, bugün 70 küsur üniversitenin rektörleri de, "Yargı bağımsız" deyip sonucu beklemek yerine, "Tutuklama 'irtica' ile irtibatlı" diyorlar... Zihniyet değişmiyor... Oysa, konuyu inceleyenlerin "İntihal değil" dediği, muhtemelen kendisine ait olmayan bir yanlışlık yüzünden Ömer Dinçer'in profesörlük unvanını almak isteyen yine onlar... Geçmişte, 200 küsur sayfanın neredeyse bütününü başka kitaplardan apartan kişinin 'Doç.' unvanı elinden alınmamış, 'Prof.' unvanı da, vaktiyle cezalandırılmasına rağmen, sonradan kendisine verilebilmişti.
Taha Kıvanç, nam-ı diğer Fehmi Koru
NOT: Fotoğrafın yazılarla ilişkisi yoktur; sadece yer doldursun diye koyduk; bu tür abuklukları hep MEME yapacak değil ya, biraz da biz yapalım dedik... Güzel olmuş değil mi?
İSMAİL AKSOY'UN, TAHA KIVANÇ'A www.superpoligon.com daki YORUMU:
İsmail Aksoy - 21 Ekim 2005 16:28 Cuma Hisarönü kokucularının atışmasına döndü bu iş... "-Onun kokusunda alkol var" "- Hayır, onun kokusu alkollü" kokucu dükkanları, cami avlusuna konuşlanmış olduklarından; birbirlerinin ürününün alkollü olduğunu ileri sürmekle, karşılıklı müşteri ayartma peşinde koşarlar... Taha, çocukluk günlerinden gelen bir alışkanlıkla; işi kokucu inatlaşmasına çevirmek niyetinde... Yarın da, sıra; Kemal Alemdaroğlu'nun öyküsüne gelir. Aslında, üniversitelerimizin de; diğer kurumlarımızdan bir farkı yok. Ünvanlar babadan oğula, abiden kardeşe geçmekte... Eski bir akademisyen olan Milli Eğitim Bakanı'mız; üniversiteden ayrılırken, kardeşini yerine vekil bırakmamış mıydı(!)... Ya da, Meclis'in kanatları altına giremeden üniversiteye kapağı atabilmek mümkün mü?... Hem, aralarında lisan bilenler; parmakla gösterilir haa... Taha: Osmanlı'dan beri “ulema, asker, kalemiye” birleşti mi; yönetimlerin suyunun ısındığını biliyor, bilmeye de... Büyüğü Ömer Dinçer'e arka çıkmazsa; çevresinden göreceği tepkiden çekiniyor. Yine de, Taha'nın yerinde olsam; etliye sütlüye fazla karışmazdım şu aralar... Ortalık karışacağa benziyor!...

BU DA FEHMİ KORU’NUN YAZISI (TAHA KIVANÇ MAHLASI İLE)
21 Ekim 2005
Cuma, Yeni Şafak
İntihal ha! Alın size intihal...
Dün gazetelerde üniversitelerimizi yakından ilgilendiren iki haber yer aldı. İlk haber, YÖK'ün Van Üniversitesi rektörünün tutuklanmasını 'politik bir karar' görmesiydi... İkinci haber ise, bir 'bilim suçu' ile ilgiliydi; Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer'in 'Prof.' unvanı 'intihal' yaptığı iddiasıyla YÖK tarafından iptal edilecekmiş...
Sabahın köründe arayan bir dostum, "Eski dosyaları açmanın tam zamanı" dedi bana...
Saplantılı 'intihal' (çalma, apartma) avcılarından değilim... Ancak, iki önemli kişinin başından geçenler vaktiyle soruşturma konusu yapıldığı için merakımı gıdıklamıştı. Dostumun sözünü ettiği 'dosyalar' onlar... 'İntihal' ile suçlanan iki 'ünlü' öğretim üyesinin dosyaları... Aslında bir üçüncü dosya daha var elimin altında, ancak hayli yaşlı bir öğretim üyesiyle ilgili olduğu için kapağını kaldırmak içimden gelmiyor...
Her üç dosya sahibinin ortak bir özelliği var: 'İrtica' konusunda olağanüstü hassaslar; en iyi tanınan yönleri 'irtica düşmanı' oluşları...
İlki, Necla Arat... Adını okuyan bazı okurların "O da kim?" diye yüzlerini buruşturacaklarına eminim. Oysa, Necla Hanım, ya da akademik unvanıyla Prof. Dr. Necla Arat, 1990'ların sonlarına kadar adı gazetelerimizde çok sık geçen bir 'bilim kişisi' idi. Bir ara Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği başkanlığı da yapmıştı. Üstlendiği görevleri bırakıp ortalıktan çekilmesinde payım olduğunu söyleyecek değilim, ancak Türk kamuoyuna 'intihalci' yüzünü tanıtmada katkım olduğuna inanıyorum...
Tadını kaçırıp her yıl tekrarlamadıkça insanın kendi yazısından 'aktarma' yapmasında bir mahzur yok. O sebeple, geçmişte yazdığım bir yazının ilgili bölümünü 'okuma parçası' niyetine buraya aktarabilirim. Cumhuriyet gazetesinde 'Kadın Kuruluşları Birliği' başkanı sıfatıyla Necla Arat'ın "Temiz Türkiye için kadınlar göreve" başlığını taşıyan bir kampanya başlattığını okuyunca tepem atmış, dosyasını açmışım. Tarih 13 Aralık 1996. Bakın ne yazmışım:
"Necla Arat, profesörlük unvanı almak için, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde bir tez hazırlar. Tezi görüşen kurulda oylar kilitlenir; beş üyeden ikisi lehte, ikisi aleyhte, biri de çekimser oy kullanmıştır çünkü... Böyle durumlarda âdet, durumu bir üst kurulun ilgisine sunmaktır; öyle de yapılır. Üst kurul, daha önce konuyu görüşen bilim kurulunun üyelerinden birinin hazırladığı bir rapordan haberdar olunca işin rengi değişir. Üst kurul, dehşetengiz iddialarla dolu raporu ciddiyetle incelemesi için bir komisyon oluşturur...
"Necla Arat o raporu dosyaları arasında bulabilir mi, bilemem, ama hâfızasını tazelemek için en can alıcı cümleyi buraya nakledeyim: 'Görüldüğü üzere, Necla Arat'ın 218 sayfalık tezinin sadece 20 sayfa kadar tutan kısmının orijinal mi olduğu tesbit edilememekle beraber, geri kalan 200 sayfalık kısmı tamamen intihalden ibarettir.'
"Ahlak Felsefesi adını taşıyan tez üç ayrı İngilizce kitaptan tercüme yoluyla derlenerek hazırlanmış, rapora göre. Böyle durumlarda hep yapıldığı gibi, iz şaşırtsın diye, serbestçe yararlandığı o üç kitabın adını bile anmamış Necla Hanım. Ancak, rapor, o kitaplarla tez arasındaki fikir ve ifade beraberliğini satır satır göstermekte. Tabii, bilim jürisi durumundaki üst komisyon bu bulgu üzerine tezi geri çevirdiği gibi, 'intihal suçlusu' Doç. Dr. Necla Arat'ın üniversiteyle ilişkisinin kesilmesini de talep etmiş. Sonuçta, Necla Hanım üniversiteden altı ay uzaklaştırma cezası almış. Meslekdaşları 'Artık dönmez' tahmininde bulundukları halde dönmüş de. Bu durumu bilenlerin ortadan çekilmesini sabırla bekleyip, 1988 yılında, yani epey gecikmeli, YÖK profesörü de olmuş."
Ben, 1990'larda 'Prof.' unvanını kullanarak derneklerde çalışan bu kişinin 'irtica' takıntısını da başından geçen olaya bağlama eğilimindeyim. Hani, üniversiteyle ilişki kesmeyi getiren bir rapordan söz ediyorum ya yukarıdaki alıntıda, o raporu yazan Prof. Nihat Keklik İstanbul Üniversitesi'nde İslâm felsefesi hocasıydı. Prof. Keklik'i görev olarak üzerine aldığı bir konuyu mecburen araştırıp bulgularını raporlaştıran biri olarak görmediği anlaşılıyor Necla Arat'ın; Prof. Keklik'in şahsında temsil edildiğini düşündüğü bir felsefeyle harekete geçtiğini düşünüyor besbelli...
Dikkat edin, bugün 70 küsur üniversitenin rektörleri de, "Yargı bağımsız" deyip sonucu beklemek yerine, "Tutuklama 'irtica' ile irtibatlı" diyorlar... Zihniyet değişmiyor... Oysa, konuyu inceleyenlerin "İntihal değil" dediği, muhtemelen kendisine ait olmayan bir yanlışlık yüzünden Ömer Dinçer'in profesörlük unvanını almak isteyen yine onlar... Geçmişte, 200 küsur sayfanın neredeyse bütününü başka kitaplardan apartan kişinin 'Doç.' unvanı elinden alınmamış, 'Prof.' unvanı da, vaktiyle cezalandırılmasına rağmen, sonradan kendisine verilebilmişti.
Taha Kıvanç, nam-ı diğer Fehmi Koru
NOT: Fotoğrafın yazılarla ilişkisi yoktur; sadece yer doldursun diye koyduk; bu tür abuklukları hep MEME yapacak değil ya, biraz da biz yapalım dedik... Güzel olmuş değil mi?