23 Eylül 2005
MAHKEME REKTÖRLERİ DURDURDU

"ERMENİ TOPLANTISININ" DURDURULMA KARARI REKTÖRLÜKLERE VURULMUŞ BİR DARBEDİR...
Prof. Dr. Veysel Batmaz
İstanbul 4. İdare Mahkemesi, Boğaziçi ve Sabancı Üniversiteleri Rektörlüklerinin düzenlediği Ermeni Toplantısı’nın yapılmasının yürütülmesini durdurdu. Her kafadan bir ses çıkıyor...
Hemen söyleyeyim, "düşünceyi ifade özgürlüğünün" sınırları konusunda, bu toplantıyı düzenleyenlerin hafsalalarının bile alamayacağı kadar aşırı özgürlükten yana olan bir biliminsanı olarak ben Mahkeme kararında yanlış bir şey göremiyorum; bence doğru bir karar, gerekçesi de sağlam; karşı oy yazısı ise usulen bir durumu ortaya koyuyor, Mahkeme heyeti herhalde bu usul sorununu tartışacak ve hukuken bir sonuca varacak, incelemelerini beklemek gerekiyor.
Aslında bu karar, Devlet kurumu olan üniversitenin üst yönetimlerinin hukuksuzluklarına bir “son” denmesini sağlayacaktır... Çünkü artık elimizde, Rektörlüklerin her yaptıklarının geçerli olduğuna kuşku ile yaklaşabileceğimiz somut bir Mahkeme kararı vardır. Herkesin “bilimsel özgürlük” naraları atacağı yerde, aslında bu Makeme "ara" kararının, Rektörlüklere vurulmuş bir şamar olduğunu düşünmesi lâzım. Çünkü karar, sözkonusu toplantıyı, Rektörlüklerin düzenlemesindeki sürecin hukuksal olup olmadığını tartışmaya açmış ve bu konuda bir karar vermiştir, yoksa bizim sarsak medyanın uluduğu gibi, “düşünce özgürlüğü” ve konunun “bilimsel” olup olmadığı ile ilgili bir karar değildir bu. Zaten, artık bu toplantı Bilgi Üniversitesi’ne taşınmış ve içeriği aynı olmak üzere orada yapılma kararı alınmıştır; dolayısıyla Mahkeme’nin bilimsel ve düşünceyi ifade özgürlüğü ile ilişkili bir kararı yoktur ve olmamıştır; olsaydı heryerde yapılmasını durdururdu bu "Konferansın."
Bu karar, bence bir üniversitenin “bilimsel özgürlük” gerekçesi ile Rektörlük makamı olarak abuk sabuk toplantılar tertip etmesini de önleyici bir karardır. Örneğin, aynı şekilde İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Kemal Alemdaroğlu da, üniversitemiz içinde, bilimsel hiç bir mahiyeti olmayan, kendinden menkul “Atatürkçülük” palavraları ile toplantılar düzenlerdi. Bu toplantıları, üniversite salonlarında, devletin parası ile ve kendi imzası ile devlete davetiye bastırarak yapardı. Bu karar, o tür toplantılara da artık engel olacaktır. Örneğin, ben Kemal Alemdaroğlu'nun son dört yılında, Üniversitemizde, müellifinin bizzat Atatürk olduğu "Güneş Dil Teorisi" ile ilgili bir toplantı düzenlediğini duymadım.
Üniversitelerde bilimsel toplantılar sadece Bölümlerce ve Anabilimdalları inisiyatifi ile gerçekleştirilebilir; bu tür bilimsel toplantılara Rektörlüğün karışması yasal olmayan ve adaletsiz bir durumdur. Karışırsa ve bir bilimsel toplantıyı “gösteri” haline getirir veya getirenlere adaletsiz ve eşitsiz bir biçimde çanak açarsa, sonuçlarına da katlanır... Bilimsel toplantı yapmak için muazzam anfilere, doktora veya Cemil Bilsel Salonlarına falan ihtiyaç yoktur; sadece katılanların oranı kadar büyüklükte, her katılanın rahatlıkla konuşulanları duyabileceği ve soru sorabileceği mekanlara ihtiyaç vardır.
Boğaziçi ve Sabancı üniversiteleri Rektörlükleri, bilimsel "bir" görüşün taraflı olarak tartışıldığı bir toplantıyı, taraflı bir “gösteri” haline getirmiştir. Aynı, bir zamanlar Kemal Alemdaoğlu’nun İstanbul Üniversitesi’nde yaptığı gibi. Acaba bu Rektörler salonlarını bana da açarlar mıydı? Mahkemenin aslında sorguladığı da budur...
Hukukçular Birliği'ni tanımam ama hukuku iyi biliyorlarmış, bravo doğrusu... Bu karara karşı Tayyip Erdoğan da cahilce bir tepki göstermiş; Mahkeme'nin kararında düşünceyi ifade özgürlüğü ile ilgili bir durum var zannetmiş. Sadece o değil "Habertürk" mavrası da bilir bilmez abukluklarına bir abukluk daha eklemiş... Şu açık ki, hukuk bilmez Rektörlerimiz ve Başbakanlarımız oldukça, biz (tüm biliminsanları) daha çok geviş getiririz. YÖK’ün hukukçu ağırlığı olan kurulu da, bu kararla bilimsel özgürlüğün kısıtlandığını söylüyor; herhalde Mahkeme kararını okumamış bu hukukçu hocalarımız. Okusalardı; artık bilimsel toplantılara YÖK’ün de karışamayacağını anlamış olurlardı. Bu karar, bilimsel toplantıların, “gösteri” mahiyetinde olamayacağını, herkese açık olacağını, katılımcıların çağrılıysalar, görüşlerin çoğulculuğuna uygun olarak seçileceğini ve idari olarak okul salonlarını herkese açmakla yükümlü olacaklarını söylüyor. Bu tür bir oluşumun olmadığının karinelerini bulduğu bir toplantıyı da, esas gerekçeli karar verene kadar durduruyor. Hepsi bu. Kararda başka bir şey yok.
Bu toplantının konusunun ve içeriğinin bilimselliği hakkında da bazı şeyler söyleyeyim: Bilimsel olan ampirik olandır; geçmiş ise ampirik değil spekülatif yazılır; hele ampirik olgular yeterince sağlıklı toplanmamışsa, geçmişe nesnel bakmak olanaksızdır. Her tarih, birilerinin resmi tarihidir, ya da “resmi tarihi” olacaktır. Bu konuda, John Dewey ve Hannah Arendt bağlamında Pierre Nora’nın “hafıza/hatırat-memory” yaklaşımıyla tarihin son yıllarda yazılma biçimini sorgulayan bir makale yazıyorum. Konum Ermeni katliamları konusu… Bu konuda John Dewey’in 1924’de yazdığı bir makaleden yola çıkıyorum. Bir iki aya kadar biter. Bakın Pierre Nora ne diyor tarihin tekil ve “hafıza mahsulü” olarak yazılması konusunda:
“We are witnessing a world-wide upsurge in memory. Over the last twenty or twenty-five years, every country, every social, ethnic or family group, has undergone a profound change in the relationship it traditionally enjoyed with the past.
“This change has taken a variety of forms: criticism of official versions of history and recovery of areas of history previously repressed; demands for signs of a past that had been confiscated or suppressed; growing interest in "roots" and genealogical research; all kinds of commemorative events and new museums; renewed sensitivity to the holding and opening of archives for public consultation; and growing attachment to what in the English-speaking world is called "heritage" and in France "patrimoine". However they are combined, these trends together make up a kind of tidal wave of memorial concerns that has broken over the world, everywhere establishing close ties between respect for the past - whether real or imaginary - and the sense of belonging, collective consciousness and individual self-awareness, memory and identity.”
Özetle, Nora’nın yaklaşımıyla, tarih artık “anı” biçiminde ve kimlik oluşturmak üzere yazılıyor; bundan elli yıl öncesinden daha fazla öznel ögeler hakim tarih yazımında. Özellikle yerellik bağlamında, Arif Dirlik’in de (Bkz: http://www.vistilefakademik.blogspot.com/ ) tehlikelerine dikkat çektiği bir tekillik hâkim sosyal bilimlerin çoğuna ve özellikle de tarih yazımına. Ermeni katliamları konusunda çoğunu tanıdığım ve okuduğum bu toplantı katılımcılarının da tamamı tekil tarih yazımından yana ve bu doğrultuda ürün veriyorlar. (Bu konulara yer yer değiniyorum http://www.haber3.com/ daki yazılarımda.) Bu nedenle, bu toplantının bilimsel içeriği hayli sogulanabilir bir durumda. Mesela, bu toplantıya neden beni de çağırmadıklarını veya genel bir katılım çağrısı yaparak neden benim gibilerin de konuşma fırsatı tanınmadığını herkesin sorması gerek. Başta Rektörlerin benim adıma bu soruyu sormaları gerek. İşte Rektörlerin sormadığı soruyu Mahkeme sormuş durumda. Konu bundan ibaret. Bu durumda toplantı tabii ki bilimsel olabilir ancak taraflı bir bilimsellik olur bu. Ben ayrıca "taraflı bilimsellikten" de yanayım; biliminsanı nesnel/ampirik ve taraflı olur. Bu nedenle, Rektörlüklerin ve YÖK’ün bilir bilmez, toplantı bilimseldir, engellenmesi bilimsel özgürlüğü kısıtlamaktırdiye veyvelâ koparması, Mahkemenin aslında bir idari karar olan bu toplantının yapılmasının Rektörlükçe düzenlenişine olan tokadı gizlemek içindir. Rektörler hâla üniversitede tek hakim sanıyorlar kendilerini. Bu yasada, olağandışı yetkilere sahip olsalar da, aksini söyleyen bir yığın Mahkeme kararı var. Bu da bu kararlardan biri olmuş durumda.
Özetle, bu Mahkeme kararı, bilimselliğin saptanmasının, içeriğinin oluşturulmasının ve kamuya sunuluşunun artık Rektörlüklerce tekil ve tek sesli yaklaşımlarla yapılamayacağını göstermiştir ve bu nedenle, zaten bölümlerde ve anabilimdallarında yapılan bilimin bilimsel özgürlüğünün önünü açıcı bir karardır. Artık hiç bir Rektör, başka tür heveslere kapılmamalıdır
Prof. Dr. Veysel Batmaz
MAHKEME KARARI:
Mahkeme her iki üniversiteye, konuşmacıların hangi kriterler göz önüne alınarak seçildiği, toplantıya farklı görüş sahiplerinin katılımına imkan tanınıp tanınmadığı-davet edilip edilmediği, katılımcıların hangi kriterlere göre belirlendiği, giderlerin ne şekilde karşılandığı, varsa sponsorların nasıl seçildiği konusundaki bilgilerin ve belgelerin herhangi bir idari birime bildirilip bildirilmediğinin sorulmasına karar verdi. Mahkeme üniversitelerden bu konu ile ilgili tüm bilgi ve belgeleri de istedi. Kararda, daha sonra şöyle denildi:‘Bu ara karar gereklerinin yerine getirilmesi ve savunma için kararın davalı Sabancı ve Boğaziçi üniversitelerine tebliğinden itibaren 30 gün süre verilmesine, yürütmenin durdurulması isteminin ara karar gerekleri yerine getirilinceye ve davalı idare savunması alınıncaya kadar kabulüne, verilen süre geçtikten sonra yeniden incelenmesine, ara karar gereklerinin süresinde yerine getirilmemesi halinde dosyada mevcut bilgi ve belgelere göre karar verileceğinin bildirilmesine oy çokluğuyla karar verildi.’ Karara katılmayan üye Fetih Sayın, karşı oy yazısında, ‘Dava konusu toplantı yapılmasına ilişkin kararın idari yargı yerlerinde dava konusu edilebilecek nitelikte idari işlem kimliği taşıyan bir karar olmadığı gibi istemin 2577 sayılı yasanın 2. maddesinin 2. fıkrası hükmüne de aykırı olduğu, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15/1-b maddesi uyarınca incelenmeksizin reddinin gerekeceği görüşüyle aksi yönde oluşan çoğunluk görüşüne katılmıyorum’ dedi
YÖK’ten yapılan konuya ilişkin yazılı açıklama şöyle:
"Mahkeme kararlarının hukuka uygunluğunu değerlendirmek üst yargı yerlerinin yetkisi dahilinde olup, bu kararlara uymak Anayasa’nın 138. maddesinin öngördüğü hukuki bir zorunluluktur.Ancak, toplantının iptaline yol açan söz konusu yürütmeyi durdurma kararı, kamuoyuna yansıyan içeriği ve sonuçları itibariyle yargı yetkisinin sınırlarını zorlayan, Anayasa’nın 130. maddesiyle güvence altına alınan üniversitelerin bilimsel özerkliğine müdahale niteliğindedir.
Kurulumuzca daha önce de açıklandığı gibi başından beri üniversite dışı ve çok yönlü müdahale ve zorlamalara maruz kalma talihsizliği yaşayan bu süreç, üniversitelerimizin özerkliği bakımından endişe verici ve Türkiye’nin ulusal değerlerini zaafa uğratma tehlikesi taşıyan bir hal almıştır."