15 Temmuz 2005
"Fakülteye Kalite Belgesi" haberine Veysel Batmaz'dan yorum:
Bir aşağıdaki haberi bu yorumdan önce okuyun, lütfen... Bu yorumumda İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin ISO-9001 Kalite Belgesi aldığı ile ilgili haber ile ilgili olarak, TSE ISO-9000 üzerine bazı görüşlerimi arzetmek istiyorum. (“ile ilgili” sözcüğü “redundant” değil mi? Ona iletişimde entropinin tersi; “negatif entropi” deniyor... “Kalitesiz iletişim” demek gibi...Bunları “İletişim Sistemleri ve Modelleri” dersinde anlatıyorum, isteyene ders açık... Tabii, bana o dersi verditirlerse... Ne kadar kaliteli bir okul değil mi?)
Her şeyden önce belirteyim. Ben, British Standards Institute’dan sertifikalı (yani İngilizlerin TSE’sinden diplomalı) bir ISO-9000 ve 9001 eğiticisi ve denetçisiyim. Oradan sertifika aldım ama BSI’a kayıtlı olmadım, KOSGEB ISO-9000 danışmanları listesindeydim. Belki hâlâ oradayımdır. Personel dosyamda da CV’m ile birlikte olması gerekli, bu sertifika; yani bu Okul’un idarecilerinin de bunu bilmesi gerekli. ISO-9000 ve 9001, yöneticinin kurumda yazılı olan her şe
yden haberdar olması demektir.
Durum bu ve hadi bırakın Yönetim Kurulu ve “işlemeyen” daha başka sürü sepet fakülte kurullarının tabii üyesi olmamı, sırf sertifikalı olmam nedeniyle, benim de dahil olmam gerekmez miydi bu TSE/ISO-9000’leri alma sürecine? Oysa, dahil olmak bir kenera, tam “1.5 yıl önce” başvurulduğunu haberlerden öğrendiğim bu “kaliteli sürecin” başlayıp, bitmekte olduğunu, tam “bir buçuk ay” kadar önce öğrendim. Bu bile, bildiğim kadarıyla ISO-9000 ilkelerine aykırı bir şey... ISO-9000’li sertifika almak isteyen herhangi bir kurumda çalışanlar, ISO-9001 sürecinde eğitime tabi olmaları ve bilinçlendirilmeleri gerekli, ISO-9000 ve şürekâsı Belgesi alma sürecinin ilk şartı bu. Anlaşılan, ben ve bazı arkadaşlarım ya çok kaliteli bulunmuş olmamızdan, ya da artık kaliteli olamayacağımız keşfedildiğinden, bize haber verilmeden “kaliteli” olmuş bu okul. Bu bile bu sertifikayı aldığı anda kaybetmek demektir, ISO-9000’li standard ve kurallara göre... Haydi, hayırlısı...
ISO-9000 ve üniversite deyince aklıma şu anektod gelir hep: 1998 yılı olması gerekli, arşivimden bakar bulurum, KALDER (TÜSİAD destekli Kalite Derneği) Yönetim Kurulu üyesiyim; KALDER Konferansında bir panelde, Üniversite ve ISO-9000 tartışıyoruz; panelistlerden biriyim. Diğer panalistlerden sadece birini hatırlıyorum, o da ODTÜ eski Rektörü Prof. Dr. Ömer Saatçioğlu; ben de o sırada Beykent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı’yım. Bilen bilir, İngiliz üniversitelerinin “Validation” denilen o zorlu sürecinden tam üç kez geçmişim. Bilgim yerinde ve güncel. Tatlı tatlı tartışıyoruz, panelde. Ömer Hoca, dehşetli bir biçimde ISO-9000’i savunuyor. Ben de biraz ve bermutad muhalifim, çünkü ISO-9000’i eleştirenler, “garbage in, garbege out” olduğunu söylüyorlar bu kalite sürecinin. Tartışma ODTÜ’nin Kalite Belgesi için başvurduğuna gelip dayanınca, dayanamadım şu soruyu sordum Prof. Dr. Saatçioğlu’na: “Ben ODTÜ mezunuyum, Siz de ODTÜ Rektörü. Soruyorum size, hocam, ODTÜ 1980 öncesinde mi daha kaliteliydi, yoksa ISO-9000’e hazırlandığı şu dönemde mi?” Cevap verememişti, sevgili Rektörüm. Bocalamıştı ve biraz da kırgın ayrılmıştı, panelden.
ISO-9000 kısacası şudur: Bir kuruluşta, kalite aksaklıklarını zamanında tespit edebilmek için her şeyin Vizyon ve Misyon “statement’larda” özetlenen ilkelere ve ISO-9000-1 “dokümantasyon şekline” göre YAZILI bir biçimde, yapılmasıdır. Yani verilen her emrin, uyulan her ilkenin, yapılan her işin yazılı olarak kayda geçirilmesidir. Bu konuda isterseniz bir ISO-9000 semineri verebilirim bu okula. Ya da TSE uzmanlarına... Hâl böyle olunca, üniversite gibi bir kuruluşta, zaten her şey YAZILI olarak yapılmaz mı? Yasa’sında yazmaz mı, bu okulun ne yapacağı? Yasa bir nevi ISO-9000 standardı değil midir bu okul için? Nur Serter’e Rektörlük adayı seçim konuşmasında sorduğum soru da buydu: “Yapacağınız master planı ya yasaya aykırıysa, hangisini tercih edeceksiniz?” Duyanlarınız bilir, tatminkâr cevap verememişti. ISO-9000’li standarların ışığında yapılan kalite süreçlerinin yazılı olmaktan başka bir özellikleri yoktur. Kimliğiniz, adınız bile boynunuzda yazılı olarak asılı durur, ISO-9000 belgesi alan kuruluşlarda. Her devlet kuruluşunda bu böyle olmaz mı? Her şey yazılı değil midir? Mesela, Türk hukukuna göre, resmi kurumlara dilekçeyi ya da ihtarnameyi Noter’den çekemezsiniz, neden? Oturup bir düşündünüz mü? Zaten bu ISO-9000’i çıkartanlar bile, ISO-9000’in devlet kuruluşlarına uygulanıp uygulanmayacağını, sadece özel ve/veya küçük sanayi kuruluşlarına uygulanabileceğini uzun süre, uzun uzun tartıştılar. Bir sonuca varamadılar. Hizmet kuruluşlarına o yüzden ISO-9001 diye bir başka belge uydurdular. ISO ne demek? Bileniniz var mı? “İstanbul Sanayi Odası” mı? Keh, keh, keh... Ayrıca söz aramızda, TSE de, uluslararası normlara göre vermiyor bu belgeleri.
Yani, özetle, ISO-9000 okulumuz için beyhudedir. Akademik olarak zaten boşunadır; idari olarak da gerekli değildir. Bu konuda eğer para harcanmışsa, bu tespit edilmeli ve, isifa dışında ayrılmalarda veya gidişlerde, sorumluları boşa yere para harcamaktan ilgili yasaya göre cezalandırılmalıdır.
Bölüm başkanlarının, anabilimdallarının olmadığı bir Fakülte’de; temel yazılı doküman olan YASA’ya uyulmayan bir yerde, ISO-9001 almak gerçekten bir Aziz Nesin hikayesi gibidir. Bu duruma en kısa zamanda Rektör’ün el koyması gereklidir. ISO-9000 belgeleri bir kurumun kaliteli olup olmadığını söylemez: sadece söylediği şudur: Bu kurumda kalitesiz bir şey yapılırsa; bir müşteri şikâyeti olursa, bundan neyin ve kimin sorumlu olduğunu, yazılı dokümantasyona bakıp bulanulabilir ve düzeltilebilir. Bu kadardır ISO-9000 ve ürevleri. Kalite belgesi değil; kalitesizliği kolayca saptama belgesidir.
Bir fakültede kalite, yayınladığı kitaplar, dergilerdir. Yetiştirdiği öğencilerdir ve verdiği derslerle, yaptığı araştırmalardır. Bu fakültenin dergisi, “Hakemli” olduğunu iddia etmesine rağmen, doçentlik jürilerine giren profesörler tarafından hakemsiz sayılıyor, puan verilmiyor; bu okulun düzenlediği konferanslarda tebliğler sadece ünvan puanı almak için sunuluyor. Dersler boş geçiyor; sabahın saat yedisinde okula gelmekle övünenler, haftada 18 saat ders veren, hem de “kaliteli ders” veren kişileri, okula gelmemekle suçluyor. Görevi tebliğ edilmemiş (yazılı olarak bildirilmemiş veya tebellüğ edilmemiş, yani yazılı olarak aldığı belgelenmemiş) kişilere, görevlerini yapmadıkları nedeniyle soruşturma açılıyor... Gerisine siz karar verin.
Haberde belirtilen ancak ben dahil bazı arkadaşların bugüne kadar haberli olmadığımız neleri yapacakmış bu kalite belgesi, bir de ona bakalım:
“İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, görev ve hizmetlerin mevzuata uygun, doğru ve zamanında yapılmasını amaçlıyor. Bu amaç doğrultusunda öğrencilere güler yüzle, doğru, hızlı ve etkin bir hizmet sunulmasını hedefleyen fakülte, tüm bunların sistemli ve sürekli kılınması için belirlediği kalite politikasını uyguluyor.
Bu politika gereği fakülte, teknolojik gelişmelere sürekli açık bir yönetim anlayışının yanı sıra, hizmetlisinden idari personeline, öğrencisinden akademik personeline kadar karşılıklı iletişim içinde davranmayı esas alıyor. Kalite politikası, fakültenin tüm çalışanlarının eğitim ve gelişimini önemseyip, hem kurum içinde, hem de dışında hizmet verilen kişi ve kurumların beklenti ve önerilerine yanıt verebilmeyi amaçlıyor. Söz konusu politika, kalite yönetim sisteminin şartlarına uymaya özen göstererek, hizmetlerin etkinlik ve verimliliğini sürekli iyileştirmeyi garanti ediyor.”
Şimdi, mevzuata uymanın zaten kanunun amir hükmü olduğunu bir kenera bırakarak (merd-i kıptî, misali) tek tek alalım bu konuları ele: (1) teknolojik gelişmelere sürekli açıklık, o teknolojileri kullanmak demektir. İletişim teknolojilerinde en son yenilik, “blog”lama ve “podcasting”dir. Peki bilen var mı bu okulda bunları? (2) Öğrencilere güler yüzle eğitim ne demek? Çocuğa kırık not atarken, sırıtacak mısın mı demek? (3) Fakültenin tüm çalışanlarına eğitim ne demek? Dekan da mı eğitilecek? Yoksa, ben çalışanıyım da, o çalışanı değil mi bu Okulun? (4) Bir Okulda hem kurum içinde, hem kurum dışında hizmet verilenler kimler? Ben, okulu, ders verilen, diploma verilen, araştırma bulgularının kamuya verildiği bir yer sanıyordum, yoksa, 25 yıllık öğretmenlik hayatımı hep yanlışlar öğreterek mi geçirmişim?
İşte böyle arkadaşlar, durum hâkaten “taşa baş” vurulacak gibi... Bu yorum bana ait; bu yorumun yorumu da size.
Prof. Dr. Veysel Batmaz
Her şeyden önce belirteyim. Ben, British Standards Institute’dan sertifikalı (yani İngilizlerin TSE’sinden diplomalı) bir ISO-9000 ve 9001 eğiticisi ve denetçisiyim. Oradan sertifika aldım ama BSI’a kayıtlı olmadım, KOSGEB ISO-9000 danışmanları listesindeydim. Belki hâlâ oradayımdır. Personel dosyamda da CV’m ile birlikte olması gerekli, bu sertifika; yani bu Okul’un idarecilerinin de bunu bilmesi gerekli. ISO-9000 ve 9001, yöneticinin kurumda yazılı olan her şe

Durum bu ve hadi bırakın Yönetim Kurulu ve “işlemeyen” daha başka sürü sepet fakülte kurullarının tabii üyesi olmamı, sırf sertifikalı olmam nedeniyle, benim de dahil olmam gerekmez miydi bu TSE/ISO-9000’leri alma sürecine? Oysa, dahil olmak bir kenera, tam “1.5 yıl önce” başvurulduğunu haberlerden öğrendiğim bu “kaliteli sürecin” başlayıp, bitmekte olduğunu, tam “bir buçuk ay” kadar önce öğrendim. Bu bile, bildiğim kadarıyla ISO-9000 ilkelerine aykırı bir şey... ISO-9000’li sertifika almak isteyen herhangi bir kurumda çalışanlar, ISO-9001 sürecinde eğitime tabi olmaları ve bilinçlendirilmeleri gerekli, ISO-9000 ve şürekâsı Belgesi alma sürecinin ilk şartı bu. Anlaşılan, ben ve bazı arkadaşlarım ya çok kaliteli bulunmuş olmamızdan, ya da artık kaliteli olamayacağımız keşfedildiğinden, bize haber verilmeden “kaliteli” olmuş bu okul. Bu bile bu sertifikayı aldığı anda kaybetmek demektir, ISO-9000’li standard ve kurallara göre... Haydi, hayırlısı...
ISO-9000 ve üniversite deyince aklıma şu anektod gelir hep: 1998 yılı olması gerekli, arşivimden bakar bulurum, KALDER (TÜSİAD destekli Kalite Derneği) Yönetim Kurulu üyesiyim; KALDER Konferansında bir panelde, Üniversite ve ISO-9000 tartışıyoruz; panelistlerden biriyim. Diğer panalistlerden sadece birini hatırlıyorum, o da ODTÜ eski Rektörü Prof. Dr. Ömer Saatçioğlu; ben de o sırada Beykent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı’yım. Bilen bilir, İngiliz üniversitelerinin “Validation” denilen o zorlu sürecinden tam üç kez geçmişim. Bilgim yerinde ve güncel. Tatlı tatlı tartışıyoruz, panelde. Ömer Hoca, dehşetli bir biçimde ISO-9000’i savunuyor. Ben de biraz ve bermutad muhalifim, çünkü ISO-9000’i eleştirenler, “garbage in, garbege out” olduğunu söylüyorlar bu kalite sürecinin. Tartışma ODTÜ’nin Kalite Belgesi için başvurduğuna gelip dayanınca, dayanamadım şu soruyu sordum Prof. Dr. Saatçioğlu’na: “Ben ODTÜ mezunuyum, Siz de ODTÜ Rektörü. Soruyorum size, hocam, ODTÜ 1980 öncesinde mi daha kaliteliydi, yoksa ISO-9000’e hazırlandığı şu dönemde mi?” Cevap verememişti, sevgili Rektörüm. Bocalamıştı ve biraz da kırgın ayrılmıştı, panelden.
ISO-9000 kısacası şudur: Bir kuruluşta, kalite aksaklıklarını zamanında tespit edebilmek için her şeyin Vizyon ve Misyon “statement’larda” özetlenen ilkelere ve ISO-9000-1 “dokümantasyon şekline” göre YAZILI bir biçimde, yapılmasıdır. Yani verilen her emrin, uyulan her ilkenin, yapılan her işin yazılı olarak kayda geçirilmesidir. Bu konuda isterseniz bir ISO-9000 semineri verebilirim bu okula. Ya da TSE uzmanlarına... Hâl böyle olunca, üniversite gibi bir kuruluşta, zaten her şey YAZILI olarak yapılmaz mı? Yasa’sında yazmaz mı, bu okulun ne yapacağı? Yasa bir nevi ISO-9000 standardı değil midir bu okul için? Nur Serter’e Rektörlük adayı seçim konuşmasında sorduğum soru da buydu: “Yapacağınız master planı ya yasaya aykırıysa, hangisini tercih edeceksiniz?” Duyanlarınız bilir, tatminkâr cevap verememişti. ISO-9000’li standarların ışığında yapılan kalite süreçlerinin yazılı olmaktan başka bir özellikleri yoktur. Kimliğiniz, adınız bile boynunuzda yazılı olarak asılı durur, ISO-9000 belgesi alan kuruluşlarda. Her devlet kuruluşunda bu böyle olmaz mı? Her şey yazılı değil midir? Mesela, Türk hukukuna göre, resmi kurumlara dilekçeyi ya da ihtarnameyi Noter’den çekemezsiniz, neden? Oturup bir düşündünüz mü? Zaten bu ISO-9000’i çıkartanlar bile, ISO-9000’in devlet kuruluşlarına uygulanıp uygulanmayacağını, sadece özel ve/veya küçük sanayi kuruluşlarına uygulanabileceğini uzun süre, uzun uzun tartıştılar. Bir sonuca varamadılar. Hizmet kuruluşlarına o yüzden ISO-9001 diye bir başka belge uydurdular. ISO ne demek? Bileniniz var mı? “İstanbul Sanayi Odası” mı? Keh, keh, keh... Ayrıca söz aramızda, TSE de, uluslararası normlara göre vermiyor bu belgeleri.
Yani, özetle, ISO-9000 okulumuz için beyhudedir. Akademik olarak zaten boşunadır; idari olarak da gerekli değildir. Bu konuda eğer para harcanmışsa, bu tespit edilmeli ve, isifa dışında ayrılmalarda veya gidişlerde, sorumluları boşa yere para harcamaktan ilgili yasaya göre cezalandırılmalıdır.
Bölüm başkanlarının, anabilimdallarının olmadığı bir Fakülte’de; temel yazılı doküman olan YASA’ya uyulmayan bir yerde, ISO-9001 almak gerçekten bir Aziz Nesin hikayesi gibidir. Bu duruma en kısa zamanda Rektör’ün el koyması gereklidir. ISO-9000 belgeleri bir kurumun kaliteli olup olmadığını söylemez: sadece söylediği şudur: Bu kurumda kalitesiz bir şey yapılırsa; bir müşteri şikâyeti olursa, bundan neyin ve kimin sorumlu olduğunu, yazılı dokümantasyona bakıp bulanulabilir ve düzeltilebilir. Bu kadardır ISO-9000 ve ürevleri. Kalite belgesi değil; kalitesizliği kolayca saptama belgesidir.
Bir fakültede kalite, yayınladığı kitaplar, dergilerdir. Yetiştirdiği öğencilerdir ve verdiği derslerle, yaptığı araştırmalardır. Bu fakültenin dergisi, “Hakemli” olduğunu iddia etmesine rağmen, doçentlik jürilerine giren profesörler tarafından hakemsiz sayılıyor, puan verilmiyor; bu okulun düzenlediği konferanslarda tebliğler sadece ünvan puanı almak için sunuluyor. Dersler boş geçiyor; sabahın saat yedisinde okula gelmekle övünenler, haftada 18 saat ders veren, hem de “kaliteli ders” veren kişileri, okula gelmemekle suçluyor. Görevi tebliğ edilmemiş (yazılı olarak bildirilmemiş veya tebellüğ edilmemiş, yani yazılı olarak aldığı belgelenmemiş) kişilere, görevlerini yapmadıkları nedeniyle soruşturma açılıyor... Gerisine siz karar verin.
Haberde belirtilen ancak ben dahil bazı arkadaşların bugüne kadar haberli olmadığımız neleri yapacakmış bu kalite belgesi, bir de ona bakalım:
“İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, görev ve hizmetlerin mevzuata uygun, doğru ve zamanında yapılmasını amaçlıyor. Bu amaç doğrultusunda öğrencilere güler yüzle, doğru, hızlı ve etkin bir hizmet sunulmasını hedefleyen fakülte, tüm bunların sistemli ve sürekli kılınması için belirlediği kalite politikasını uyguluyor.
Bu politika gereği fakülte, teknolojik gelişmelere sürekli açık bir yönetim anlayışının yanı sıra, hizmetlisinden idari personeline, öğrencisinden akademik personeline kadar karşılıklı iletişim içinde davranmayı esas alıyor. Kalite politikası, fakültenin tüm çalışanlarının eğitim ve gelişimini önemseyip, hem kurum içinde, hem de dışında hizmet verilen kişi ve kurumların beklenti ve önerilerine yanıt verebilmeyi amaçlıyor. Söz konusu politika, kalite yönetim sisteminin şartlarına uymaya özen göstererek, hizmetlerin etkinlik ve verimliliğini sürekli iyileştirmeyi garanti ediyor.”
Şimdi, mevzuata uymanın zaten kanunun amir hükmü olduğunu bir kenera bırakarak (merd-i kıptî, misali) tek tek alalım bu konuları ele: (1) teknolojik gelişmelere sürekli açıklık, o teknolojileri kullanmak demektir. İletişim teknolojilerinde en son yenilik, “blog”lama ve “podcasting”dir. Peki bilen var mı bu okulda bunları? (2) Öğrencilere güler yüzle eğitim ne demek? Çocuğa kırık not atarken, sırıtacak mısın mı demek? (3) Fakültenin tüm çalışanlarına eğitim ne demek? Dekan da mı eğitilecek? Yoksa, ben çalışanıyım da, o çalışanı değil mi bu Okulun? (4) Bir Okulda hem kurum içinde, hem kurum dışında hizmet verilenler kimler? Ben, okulu, ders verilen, diploma verilen, araştırma bulgularının kamuya verildiği bir yer sanıyordum, yoksa, 25 yıllık öğretmenlik hayatımı hep yanlışlar öğreterek mi geçirmişim?
İşte böyle arkadaşlar, durum hâkaten “taşa baş” vurulacak gibi... Bu yorum bana ait; bu yorumun yorumu da size.
Prof. Dr. Veysel Batmaz